YAZAR KAFE

6 Ağustos 2011 Cumartesi

'' 36 42 - 26 45 '' Koordinatlarında Kadın

      Yazdığım bu ilk blog'a nasıl başlarım düşüncesi zamanımı hoyratça tüketmek üzereyken kalıplara nasıl hapsolunduğunu bir kez daha anladım. İşte yazının başlığında olduğu gibi bu coğrafyaya özgü sorunlarıyla hapsolmuş bir canlı ve ona dair düşünceler ,  yazılar , tavsiyeler , yasalar vs... ve KADIN...
       Neden bu kadar çok şey tek bir cinsiyet üzerinde yoğunlaşmakta ? Aslında bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz. Peki sonuç ? Ne yazık ki yine aynı. Çeşitli şekillerde şiddete maruz kalan ve hatta hayatını kaybeden kadınlar. Şimdiye kadar pek çok neden arandı altında ama hepsi paradoksal sonuçlar manzumesi doğurdu kendi içinde ve bir türlü bu kanayan yara tedavi edilemedi. Eğitim dendi. İstatistiki verilere göre eğitim seviyesi yükseldikçe şiddet oranı da artmakta. Kadınların ekonomik özgürlüğü dendi.Yine istatistiki veriler gösteriyor ki şiddete uğrayan kadınlarımızın çoğu çalışan kadınlarımız. Tabii istatistiki veriler böyle diye kadınlarımız eğitimsiz ve işsiz kalsın demek değil niyetim. Sorunun çözümü  hep evveliyatında sayısal olarak erkeğin üstün olduğu ortamların paylaşımında aranmakta. Sayısal olarak bu eşitsizlik bir gerçek. Ancak bu sorun, yaşadığımız coğrafyanın kültürü , örfü , gelenek ve görenekleri ve dini inancı göz ardı edilerek sadece sayısal eşitsizliğe dem vurularak aşılamaz. Birçok sivil kadın oluşumu özellikle feminist oluşumlar maalesef sorunun çözümünü sayısal eşitlikle olacağına kendisini inandırmış durumda. Bu grupların söylemleri fıtri gerçeklerden uzak ve sorunun çözümüne fayda sağlamayacak nitelikte radikal.
     Önce fıtri eşitsizlik nedir burdan başlayalım.Erkek yaratılışsal olarak kadına göre bedenen daha kuvvetli bir varlık , kadın erkeğe göre daha narin ve hassas duyguları olan bir varlıktır. Hemen hemen doğadaki canlıların hepsinde bu fıtri farklılık vardır ve doğa dengesini buna göre kurgulamıştır. Yüce Yaratıcı doğada her canlıya yaratılış özelliklerine uygun görevler bahşetmiştir. En eski medeniyetlerden günümüze kadın ve erkek, ortak yaşam alanlarında öncelikli statüleriyle var olmuşlardır. ''Yuvayı dişi kuş yapar'' deyimi hemen hemen bütün toplumların benimsediği bir sözdür. Bu sözün iki cins arasındaki öncelikli görev statüsü ayrımına vurgu yapmak adına söylendiği bir gerçektir. Peki gerçek böylemidir? Evet böyledir. Çünkü kadın aynı zamanda bir annedir. Yuva olmadan hayatın düzeni hatta hayatın kendisi olmaz. O halde kadın önce annedir. Allah c.c. kadını bu meziyetleriyle donatarak yaratmıştır.
     Manevi yönden değerlendirmediğimiz bu konu maddesel yaklaşımlarla hep sonuçsuz kalmıştır. Yüce dinimizde kadınlara nasıl davranılacağıyla ilgili bir çok emir ve yasaklar bulunmaktadır. Annelerin değerine atfen Peygamberimiz (sav) bir Hadiste '' Cennet annelerin ayakları altındadır.''  Yine bir başka hadiste '' Sizin en hayırlınız kadınlarınıza en iyi davrananızdır.''diyerek,  kadınlara nasıl davranmamız gerektiği konusunda  bize yol gösteriyor.
     İşte bazılarımızın bu konuda dini referans olarak göstermeyi gericilik olarak adlandırmaları ve fıtri gerçeği işine geldiği gibi kabul edip işine gelmediği zaman ret eder  durumları ülkemizdeki kadın sorunlarına neden katkı sağlayamadıklarını ifade etmekte. Talepler makullüğü doğrultusunda vücut bulmaktadır. Bu konuda ki makullüğün karinesi ise daha önce sıraladığımız kültür , örf , gelenek ve görenek ve dini inançlarımızdır.Buna bir de hayat şartlarını ekleyebiliriz.
    Şimdi gelelim dinin dışındaki diğer defaktolara; Kültürümüz ata erkil bir yapıda olup hoş görü ve sevecenliği içinde barındırdığı gibi savaşçı bir ruhu da muhafaza etmekte.  Önceleri coğrafyamız çok geniş bir alana sahip olduğundan diğer ulusların kültürlerinden etkilenmiş ve onları benimsemiştir. Ayrıca Türklerin İslamiyeti kabulüyle kültürümüz şekillenmiştir. Savaşlar  ve diğer gelişmeler bizi bugün ki sınırlarımıza  itmiş olsa da  esasında çok daha geniş bir alana sahip kültürü bünyemizde bulundurmaktayız. Batıdaki teknolojik gelişmeler bizi medeniyetin de batıda olduğu algısına düşürmüş, batının teknolojisini ithal ederken kültürlerini de ithal etmemize batı hayranlığı duygusu sebep olmuştur. Burda asıl nokta baskın kültürün hangisi olduğu yada olacağıdır.
     Gelenek göreneklerimiz de kültürümüz doğrultusunda şekillenmiş  olup yüzlerce yıldır süre gelen alışkanlıklarımızdır. Bu bizi fundamental bir toplum yapmıştır. İşte bu kökenci yapımız bizim adeta genlerimize kodlanmışçasına hayatımıza yön vermektedir. Bir tarafımızı ne kadar batı hayranı olsa da vazgeçemediğimiz bir değer olarak görürüz bu yanımızı.
     Batı aile yapısı içerisinde kadın, batının kültür ve inançları doğrultusunda ve tabiiki kapitalist düzeni içerisinde kendisine yer edinmiştir. Kültür ithali ve kapitalist düzenin coğrafyamıza girmesinden sonra maneviyat yönü ve diğer faktörler göz ardı edilerek aynı hakları isteriz yönünde talepler vuku bulmuştur.
     Diyebiliriz ki Doğu - Batı arasındaki bu kültür çatışması ülkemizde kadına şiddeti körüklemiştir. Ne tam doğulu ne de tam batılı olan  bu arafta kalmış durumumuzda kadın hakları konusunda zihinsel dönüşümü maneviyattan yoksun bir şekilde gerçekleştiremeyeceğimizdir.