YAZAR KAFE

13 Eylül 2014 Cumartesi

Sykes Picot ve Camp David Kabuk Değiştiriyor




Ortadoğu’da cereyan eden hadiselere istinaden algımızda sıradanlaşmış illegal oluşumların aslında 21.YY’ın post modern işgal gerekçelerini oluşturan hiziplerden başka bir şey olmadığı bugün bilinen bir gerçek. Tabi toplum bilimcilerin ya da bölgeye dair malumatı olanların bu illegal hiziplere dair sosyolojik gerekçeleri öne sürmesini yadsımamak gerek.  Lakin ‘’Minareyi Çalan Kılıfını Hazırlıyor’’ 100 yıl önce Şerif Hüseyin ile anlaşan Batı’nın bugün Baasçı kuklalara ihtiyaç duymamasının ardında birkaç neden sıralanabilir. Bunların başında Arap Uyanışı denilen tiranlığa karşı toplumsal patlama ve buna sebep etkisi küçümsenemez örgütlenmelerdir. (Müslüman Kardeşler gibi ) Bir diğeri de İşgalin maliyeti ve riski. Bölgenin dinamiklerini ve hassasiyetlerini iyi tecrübe etmiş batının fiziki işgale gerek kalmadan amacına ulaştıracak araç aslında çok da yeni olmayan Terör olarak karşımıza çıkmakta.

Irak, Afganistan, Filistin gibi ülkelerde buna gerekçe işgal tecrübesi olan emperyallerin bu sefer stratejisi zaafları kullanma yönünde. Bölgede yaşayan halkların mezhepsel zaaflarına temel teşkil eden Cehaletten mütevellit Tefrika Kerbela’dan bu yana bu coğrafyanın en büyük düşmanı olmuştur. Öyle ki Tefrikaya şartların ve zeminin uygun olması bir taşla kuş katliamı yapmak için her şeyi yeterli kılmakta. Hem Müslümanlar arasında birliği ve dirliği bozarak karşısında savunmasız ve yardıma muhtaç bir düşman hem daha düşük maliyette bölgenin kontrolü hem de dünyada İslamofobiyi körüklemek.

Çıkarı uğruna dinlerini tahrif etmekten geri kalmayan bir milletin torunları bugün kendi çıkarlarına ters düşen İslamla, terörü özdeşleştirmeye çalışarak savaşıyor.

Düne kadar Ortadoğu’ya Demokrasi getireceğini iddia ederek işgale gerekçe gösteren Batıya ‘’Sana Ne Ey Batı’’ diyorduk bugün; Ortadoğu’da Müslüman siyasi örgütlenmeleri saf dışı bırakarak diyalog kapısını kapadılar şimdi terörle mücadele etmek durumunda kaldılar gibi sığ yorumlar üretiyoruz. Konuya ilişkin spesifik çok şey yazılabilir ve hatta yazılıyorda.

        Ez cümle  bu asırlık oyunun asıl amacı, İslam dininin toplum üzerindeki etkisini azaltıp Müslüman halkları köleleştirmek ve bölgenin enerji kaynaklarını sömürmektir. Yani 100 yıllık senaryo...  Sykes Picot, Camp David kabuk değiştiriyor.

16 Haziran 2014 Pazartesi

OkurYazar: Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ

OkurYazar: Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ:       I. Çağdaş uygarlık Düzeyi YUNAN MUCİZESİ Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gö...

13 Haziran 2014 Cuma

Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ


 
 
 
I. Çağdaş uygarlık Düzeyi

YUNAN MUCİZESİ

Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!1

Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyan’dır; sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan. Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet Aşağıdan alır, hulûs çakar, yaltaklanır ve nihayet alt eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak odalarında kazanılan bir zafer.

Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarım benimser. Dev, papağanlaşır.

 

Muhtevası, çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen kaypak ve karanlık kelime: "civilisation". Bati irfanının iki yüz yıldır sabit bir tarife hapsedemediği bu ele avuca sığmaz mefhumun hayat hikayesine kısaca göz atalım. ([1])

 

Avrupa dillerinde zarafeti, çelebiliği kısaca medeniliği. ifade eden kelime "police" idi. "Police" XVII. asırdan itibaren bugünkü manada kullanılmağa başlanır: Zaptiye. Ve yerini yeni bir kelimeye bırakır: "Civilisation". Aydınlıklar cağının ümitlerini dile getiren, terakki inancını bayraklaştıran ilk kelime bu. İnsanlık düşe kalka ilerleyen bir kervandır. Avrupa: kılavuz. "Civilisation" dünyaya yayıldıkça savaşlar sona erecek, sefaletle kölelik ortadan kalkacaktır.

 

Avrupa "civilisation"un bir inhisar metaı olmadığını müsteşriklerden öğrenir. Her insan topluluğunun kendine göre bir medeniyeti vardır, az veya çok zengin, az veya çok eski bir medeniyet. Milletlerin üstünlük iddiası zavallı bir vehim, bir kendini beğenmişlik.

 

Ama Batı intelijansiyası imtiyazlarıyla sarhoş, şımarık bir çocuktur. ilmin ifşalarına ancak işine geldiği zaman ve işine geldiği ölçüde itibar eder. Evet... birçok medeniyetler vardır dünyada, medeniyet daha doğrusu medeniyet müsveddeleri. Gerçek medeniyet Hıristiyan medeniyetidir, kapitalizmdir, sosyalizmdir. ([2]2)

 

Almanlar "civilisation" mefhumunu "kultur"la karşılar. Kelimeyi Amerikanca'ya sokan Tylor'a (l871) göre kültür veya medeniyet: "ilimleri, inançları, sanatları, ahlakı, kanunları, adetleri ve insanin toplum hayatında kazandığı diğer kabiliyet ve alışkanlıkları kucaklayan girift bir bütün"dür. Amerikan "culture"u Almanca "kultur"a cihanşümullük sağlar; Avrupa’nın bütün dilleri benimser kelimeyi. Yalnız Fransızca 1930'lara kadar bu nevzuhur kültüre itibar etmez, kendi "culture" ve "civilisation"una sadık kalır. Yeni kelimenin Alman veya Amerikan içtimai ilimlerine büyük bir vuzuh getirdiği de iddia edilemez. Bir bakarsınız kültürle medeniyet ayni mefhumun iki ayrı ifadesi; bir bakarsınız aralarında dağlar kadar fark var. Kimine göre kültür, insanin olgunlaşmak için harcadığı çaba; medeniyet, dünyayı değiştirmek için giriştiği hareketler; biri amaç, öteki araç. Kimine göre iki mefhum arasında yalnız bir hacim farkı var. Kimi, "Ne münasebet, diye sesini yükseltir. Almanca 'kultur'u İngilizce veya Fransızca’ya 'maddi medeniyet' diye çevirmeliyiz". Babil Kulesi. ([3])

 

Bizim için kültür, yakın zamanlara kadar "hars"tı. ([4]4) Antropologlarımız Amerikan irfanını yurdumuza cömertçe taşıyalı beri kültürden ne anlayacağımızı şaşırdık. İrfan değil bu kültür, maarif değil, galiba medeniyet de değil. Peki, ne? Ama... önce civilisation'u tanıyalım.

 

Civilisation, lügat hazinemize Reşit Paşa’nın armağanı, Batı'nın birçok mefhum ve müesseseleri gibi. Paşa, Paris'ten yolladığı resmi yazılarda (1834) Türkçe karşılığını bulamadığı bu kelimeyi "terbiye-i nas ve icray-i nizamat" olarak tarif eder. Civilisation -az sonra- Osmanlıca’ya "kalke" edilir: medeniyet. Namık Kemal'in coşkun belagatı nevzuhur kelimeyi efkar-i umumiyeye şöyle takdim eder: "Medeniyet asayişte kemaldir (asayiş: rahat, huzur, refah)", "hayat-i beserin kafili"dir. Demek ki "Medeniyet aleyhine daha fazla kıyam etmek, ecel-i kazaya katillerden, haydutlardan ziyade muin olmaktır". "Medeniyeti zaid görenler, insani tanımayanlardır". "Tabiat-i beser hüsn-ü intizama maildir". Üstelik medeniyet, hürriyet ve istiklalin de kalesi: "Medeni olmayan milletler akvam-i mütemeddinenin esiri olmağa mahkumdurlar." Ananeperestlik nice kavimleri esarete sürüklemiş. "Medeniyetsiz yasamak ecelsiz ölmek gibi bir şey". "Bazıları medeniyeti 'fuhşiyat' olarak tanıtıyorlar, yanlış. Fuhşiyat (medeniyetin) avariz-i zatiyesinden değil, nekais-i icraatındandır. Doğru.. Avrupa medeniyetinin nice kötülükleri, eksiklikleri var ama iktisab-i medeniyete çalışan akvam için, tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lazım gelsin"? "Birtakım hakayik-i ilmiye vardır ki, dünyanın hiçbir tarafında değişmez. Hiçbir yerde sü-i tesiri görülmez... Terviç-i medeniyeti arzu edersek, bu kabilden olan hakayık-ı nafiayı nerede bulursak iktibas ederiz". "Kendi ahlakimizin icraatı, kendi aklımızın tasvibatı, asar-i medeniyetin füruatatına ma'ziyade kafidir". Ülkemiz tarihte kaç kere büyük medeniyetlerin "merkez-i intişarı" olmuş, "Şeriat-i Muhammediyenin münci kaideleri... ve halkımızın fevkalade kabiliyeti elde iken", neden dünyayı hayran bırakacak medeniyetler kuramayalım? ([5])

 

Medeniyeti millileştirmek isteyen bir anlayış. Tekamül, mukaddeslerimizden feragatle olmaz. Bati'nin abeslerini değil, insanlığın keşiflerini iktibas edeceğiz. Maziyi muhafaza, fakat ayıklayarak. Yeniyi kabul, ama seçerek. Daha sonra Ziya Gökalp'te şahidi olacağımız medeniyet ve hars tefrikinin ilk taslağı.

 

Medeniyet kelimesi bu parlak müdafaaya rağmen halk tarafından benimsenmez. Avrupa'dan gelen her mefhum gibi şüpheyle karşılanır. Maşeri vicdanı dile getiren sairler için "garaz-i nefsani"dir medeniyet (Yenişehirli Avni); "Tek dişi kalmış canavar"dır (Mehmed Akif). Kısaca kelimenin halk şuurunda yarattığı tedailer zengin, şımarık ve düşman bir Avrupa, sefahat, fuhşiyat.

 

Tanzimat aydınlarına dönelim... Yeni tanıdıkları bir dünyanın şaşaasiyle gözleri kamaşan hayalperest nesiller için, medeniyet bir teslimiyet veya temessüldür. Mefhumu ilmi çerçevesine oturtan tek yazar: Cevdet Paşa. Medeniyet, toplulukların hayatında ileri bir merhaledir, Paşa’ya göre. Önce devlet kurulur, insanlar düşman korkusundan azad olurlar. Sonra "ihtiyacat-i beşeriyelerini tahsile", "kemalatı insaniyelerini tekmile" koyulur, yani medenileşirler. Demek ki, medeniyetin iki unsuru var: beşeri ihtiyaçların (bunlara maddi ihtiyaçlar da diyebiliriz) giderilmesi ve ahlak ve zeka bakımından olgunlaşma. İnsanlar bedeviyetden haderiyet ve medeniyete geçerler. Medeniyet ne bir ülkenin imtiyazıdır, ne bir kavmin. Paşa’ya göre, büyük medeniyetler "ulüm ve sanayi'leri, maarifleri ve bunca tecemmülat ve tekenüfat ve letaifleriyle beraber kitaat-ı arzda" yer değiştirirler.

 

Medeniyeti, geline benzetiyor Paşa, diyar diyar dolasan bir geline. "İlm-i tarihin haber verdiği asırlardan mukaddem Hindistan'da... mahrem-i halvetsaray-i havas" oluyor "arus-u medeniyet". Oradan Babil'e ve Mısır’a geçiyor. Yine "Setre pus-u izz ü naz, ve... bir sınıf-ı mümtaza hemraz'`dır. Sonra Yunanistan'a uğruyor nazenin. "Kesf-i nikab ve selb-i icab ü hicab ile açılıp saçılarak" herkese gösteriyor kendini, çarsıda-pazarda dolaşıyor. Yunanistan yıkıldıktan sonra İskenderiye’ye otağ kuruyor. Ama "eskiden alüfte olduğu Kibt kavmine" yüz vermiyor bu defa. "Tedarik etmiş olduğu nev-asinayan-ı Yunan ile bir müddet, diyar-i Mısır’da tertib-i bezm-i kermakerem-i ülfet ettikten sonra", "hıtt-ı Irak"da boy gösteriyor. Ve bir müddet "elbise-i hadray-i İslamiye ile aktar-i Şarkiyede dolaşarak Mısır' ve Garb yoluyla yine Avrupa kıt'asına çekilip orada payend-i istikrar ve dest-küsa-yi intişar olmuştur". "Bundan sonra hangi tarafa gideceği ve ne renklere gireceği ve nasıl cameler giyeceği" Allah'a malum.([6])

 

Paşa’nın medeniyet anlayışındaki üstünlük nereden geliyordu? Çağdaşları birer aksisedaydılar. Avrupa irfanının aksisedası. Sığ ve köksüz bir İrfan. Paşa’nın sesi kendi sesimizdi: Şark’ın sesi. Tarihin esrarını, tarihçilerin en büyüğünden, tarihe "beşeri ilimlerin ilmi" haysiyeti kazandıran ibn Haldun'dan öğrenmişti Paşa. Bizce tek hatası oldu: ümran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi medeniyet gibi müphem ve mazisiz bir lafza feda etmek.

 

Tarih denilen muammanın iki anahtarı vardı ibn Haldun'a göre: Ümran ve asabiyet. Ümran, bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, içtimai ve dini düzen, adetler ve inançlar. Ümran, tarihi ve insani bütün olarak ifade eden bir kelime. Avrupa’nın hiçbir zaman ve hiçbir kelimesiyle kucaklıyamadığı bir bütün. Tarihi inkişafın muharrik kuvveti: asabiyet, yani içtimai tesanüt. Ümran, iki şekilde tezahür eder: badiye hayati, şehir hayati. Bedevilik ümranın ilk merhalesi, kendi kendini aşacak olan bir merhale. Haderiyetin de çeşitli merhaleleri var.

 

Ümran’ı "içtimai hayat"la karşılayabiliriz, en geniş manada içtimai hayat. İbn Haldun için temeddün'le ümran farklı. Temeddün: şehir medeniyeti. Ümran, hem bedeviliği hem haderiliği kucaklar: kültür ve medeniyet.

 

Kaynaklarından kopan bir intelijansiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmak. Ümrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekamül vetiresini ifade için kendimize layık bir kelime bulduk: uygarlık. Mazisiz, musikisiz bir hilkat garibesi.

 

 

[1] Civilisation,1756'da Fransa'da doğmuş. XVIII. asrın hiçbir büyük sözlüğünde yok. Ansiklopediye de alınmamış. Akademinin lügati 3. baskısında (1798) kelimeyi şöyle tanımlar: Medenileştirme eylemi, yahut medeni olanın durumu. Daha sonraki sözlükler de ayni tarifi tekrar ederler. Bir kıtanın veya içtimai bir sınıfın azgın iştihalarını ifşa eden bir anlayış. Kim medenileştirecek? İlk defa olarak 1890'da bugünküne oldukça yakın bir tarifle karsılaşırız; civilisation: insanlığın ahlakça, fikirce ve içtimai hayatça ilerlemesi. Hatzfeld, Darmesteter ve Thomas, Dictionnaire General de la Langue Française, (Fransız dili Genel Sözlüğü), 2 cilt, Delagrave, Paris 1889.

 

[2] Avrupa’nın bu aptalca narsisizmini aşağı yukarı bütün tarihlerinde görmek kabil. Rastgele bir örnek: "Çöküş devrinin en vahim günlerini hatırlatan bu buhranlı merhalede, Türkiye canlanmağa gayret etmiş, o zamana kadar boyuna aleyhinde cephe aldığı bir medeniyetle temas kurmak istemiş, ona kapılarını açmış. Avrupa camiasının alakasını ve manevi yardımını kazanmağa çalışmış ve böylece Hıristiyanlığın barbarlığa karsı ittifakını geciktirmiştir" (Engelhardt, a.g.e.).

 

[3] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan yayınları, 1986, s. 9-48.

 

[4] İştikak merakinin dilimize musallat ettiği bu bedbaht kelime, Türk intelijansiyası tarafından hiçbir zaman beğenilmemişti. Fransızca kültürün Türkçe karşılığı maarif veya irfandı. Maarif-i Garbiye Bati kültürü demekti, sonra maarif, vazifesi irfan dağıtmak olan bir müesseseye alem oldu. Raif Necdet'i dinleyelim: "Bana hars'in aheng-i telaffuzu pek abus, pek soğuk ve kaba geliyor. Bu kelimede mana cihetiyle de fazla bir ciyadet ve teravet göremiyorum. Kültür mukabili olarak irfan kelimesini hem latif, hem mana itibariyle daha nefis ve munis, daha kuvvetli ve şetaretli buluyorum" (Hayat-i Edebiye, s. 324).

 

[5] Namık Kemalin medeniyetle ilgili görüşleri- için bkz. Cemil Meriç, Mağaradakiler: "Eski bir put: Terakki", Ötüken yayınları, 2. baskı. 1980. s. 214 v.d.

 

[6] Cevdet Paşa’nın medeniyetle ilgili görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Ümit Meriç Yazan, Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüsü, İnsan yayınları, 1992, 2. baskı, s. 57 v.d.

19 Ocak 2014 Pazar

B'nai B'rith; (İttifak Evlatları) ADL ve Fethullah GÜLEN



 
F. Gülen her seferinde 4 kutsal kitabında İbrani kitabi olduğunu söyler.
1991 Körfez savaşı esnasında, Irak füzelerinin İsrail’i vurduğu günlerde, Gülen’in İstanbul Fatih Camii’nde verdiği vaaz hafızalardan henüz silinmiş değildir. O sırada, Iraklı çocuklardan ziyade Irak füzelerine hedef olan İsrailli çocuklar için ağladığını söylemişti.

Gülen’in İsrail’de okul açmasına İsrail Seferad Hahambaşı Eliyahu Bakshi Doron ile görüşmesine, ABD’deki Musevi Lobileriyle temas kurmasına; ABD’nin Türkiye eski Büyükelçisi musevi kökenli Morton Abromowitz’e Ortadoğu hakkında yazacağı kitap için yardım etmesine Siyonist zulmü görmezden gelerek bir mani teşkil etmez.

Gelelim ADL ve Gülen Efendi’nin Zaman’a yansıyan haberlerine… Bakın bakalım kimin eli kimin cebinde, kim kimlerin adamı, kim kimler adına diyalog işine taşeronluk yapıyor, kim kimlerin teklifiyle diyalog masalı yazıyor ?

ABD’de Yahudi mafyası: ADL

İngiliz Farmasonluğu’nun Yahudi kolu olan B’nai B’rith’in etkisi altındaki ADL (Anti-Defamation League) 1913 yılında kurulmuştur...

ADL adeta, Amerikan mafyasının halkla ilişkiler bürosu gibidir...

Kurdukları “Denizaşırı Yatırımcılar Servisi” adli şirketle milletler arası silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kirli parayı aklama gibi işleri yürütmektedir.

İşgal altındaki Filistin topraklarında ve Kudüs’ün Hristiyan ve Müslüman bölgesinde geniş arazilerin kanunsuz alım–satımının ortaya çıkarıldığı emlak skandalı da yine isin içinde ADL’nin varlığını ortaya koyuyor...

ADL, Amerika içinde FBI kanallı muhtelif operasyonlarla ilişkisini sürdürdü. FBI ise kongre tarafından suçlandığı zaman suçu daima ADL’nin üzerine attı...

ADL’nin bilinen cinayetleri şunlardır: 15 Ağustos 1985’te Kafkasyalı Müslüman lider Tscherim Sobzocov, evinin önünde bombalı saldırı sonucu öldürüldü… Musevi iken Hak din olan İslam’a dönüş yapan Prof. İsmail Raci Faruki ve eşi 1985’in Ramazan’ında sabaha karşı evlerinde bıçaklanarak öldürüldüler… Gandhi ve Palme suikastlerinin arkasinda da ADL’yi görmekteyiz...

ADL, tam mesai ile çalışan gizli istihbarat memurlarının bir kısmını Amerikan Hükümeti Adalet Bakanlığı’na bağlı Özel soruşturmalar Ofisi’nde (OSI), bir kısmını da İsrail otoriteleriyle Tel Aviv’de çalıştırmaktadır..

İsrail Devleti kurulduğundan beri ADL, Israil Gizli Servisi MOSSAD ile hususi ilişkilerini daima sürdürmüş, İsrail mafyasıyla da yakın bağlantılar kurmuştur… ADL–Sharon grubu ihtilaflı bölgelerde satın aldıkları evlerde militan Yahudileri yetiştirdiler…”

Gelelim 10 Mart 1998 tarihli Zaman gazetesinin “Diyalog çabaları devam ediyor” başlıklı ve Selçuk Gültaşlı imzalı haberine:

“3 gündür Türkiye’de bulunan Yahudi Liderler Heyeti, Başbakan Yılmaz, Orgeneral Çevik Bir, TBMM Başkanı Çetin ve Dışişleri Bakanı Cem’den sonra Fethullah Gülen ile görüştü… 55 Yahudi örgütünü temsilen Türkiye’de bulunan 59 kişilik (AYÖBK) Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı Heyeti, Fethullah Gülen’in Türkiye’deki ve yurtdışındaki çabalarını önümüzdeki yüzyılın ‘barış’ asri olması açısından önemsediklerini ve söz konusu projeye büyük ilgi duyduklarını belirttiler…

Görüşmede; Gülen’in, ABD’nin en etkili Yahudi Lobisi olan “ADL’nin (Anti–Defamation League) teklifiyle hazırladığı “hoşgörü ve diyalogla ilgili kitap” da gündeme geldi. Gülen, İngilizce olarak hazırlanan kitap üzerindeki çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu, bittiğinde insanların hizmetine sunacağını söyledi. Kitap, ADL tarafından basılarak dünyanın dört bir yanında dağıtılacak…”

Simdi tekrar değerlendirin; bu diyalog isi Türk orjinli miymiş, ABD uzantılı Vatikan orjinli mi, yoksa ADL orjinli miymiş?

Alemlere rahmet Hz. Muhammed’i ve O’nun Medine Vesikasını Vatikan’ın ve ADL’nin diyalog işinde diline dolayanların, Ümmet–i Muhammed’in seçkin topluluğu yüce milletimize neler yapabileceklerini varın siz hesap edin…

2 Ocak 2014 Perşembe

EVANGELİSTLER & THE CEMAAT


                                


 ABD ve İngiltere’de 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan Evangelist hareket, 70’li yıllarda yeniden dirilerek dünya egemenliğine giden yoluna koyuldu. Evangelizm’i önemli hale getiren en büyük neden Bush’un, Fransız Observateur dergisinin yazdığı gibi açık bir biçimde bu tarikatın en önemli lideri olması. Evangelist, genel olarak liberal Protestan’ların ve Baptist’lerin dışında kalan tüm Protestan’lara verilen isimdir. Sayıları ABD’de 70 milyonu, dünya üzerinde de 500 milyonu bulan Evangelistler’e göre, 2000’li yıllarda Ortadoğu’da iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak bir savaş gerçekleşecek (Armageddon), bununla birlikte İsa yeryüzüne inecek ve kıyamet kopacak. Amaçları, kıyametin kopmasına giden süreci hızlandırmak. Bunun için çalışıyorlar. İnandıkları Eski Ahit kitabında, Armageddon Savaşı ve İsa’nın yeryüzüne tekrar gelişi, kıyamet alâmetleri olarak yer aldığı için, bütün faaliyetlerini kıyameti gerçekleştirecek koşulları yaratmak için yürütüyorlar. Bu yüzden de Evangelistler’le, Yahudi’ler arasında bir amaç birliği var. Çünkü Evangelistler’e göre bu kıyamet koşullarından birisi de, Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Tapınağı’nın inşası ve İsrail’in vaat edilmiş topraklara kavuşması. Bunlara göre, Armageddon Savaşı’ndan önce Yahudi’ler İsrail’de olmalıdır. Dolayısıyla seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudi’lerin, bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyor ve İsrail’in Ortadoğu’da güvende olmasına büyük önem veriyorlar. Bu, İsrail’in ABD tarafından bu kadar desteklenmesinin en önemli nedeni.




 

Sayıları sadece Amerika'da 70 milyona ulaşan, Başkan George W. Bush'un da en büyük takipçisi olduğu Evangelistler, İncil'de yer alan kehanetleri gerçekleştirmek için çalışıyor. Bu koyu Hıristiyanlar'a göre kıyamet 2000'li yıllarda Ortadoğu'da kopacak ve onlar da İsa Mesih sayesinde dünyaya hakim olacak.

 

Evangelistlerin hayallerinde kıyamet var Dünyadaki pek çok insan Amerikan politikalarını artık İncil'deki kehanetlerin şekillendirdiğine inanıyor. Bush'a seçimi kazandıran Evangelistler ise Ortadoğu'da kıyameti hızlandırmak için çalışıyor.

 

‘’Tanrı ve Başkan bize İsa'yı Ortadoğu'ya getirme şansı doğurdu. Bu bana verilen bir emir!"... Bu sözlerin sahibi kan ve ateş altındaki Irak'ta Evangelistler için çalışan misyoner Tom Craig. Evangelistlerin Bağdat'ta onlarca kilisesi ve binlerce müridi var. Amaç Irak'ı Ortadoğu'da Evangelizm'in merkezi yapmak ve tıpkı İncil'de sözü edildiği gibi dünyanın bütün kavimlerini bu Kilisede toplamak. Evangelistlerin "Kilisesi" var ama aslında Protestanlığa ait küçük inanç farklarıyla bir araya gelen büyük bir ittifaktan söz etmek daha doğru. (Not : Arap baharı evangelistlerin manipülasyonu göz önüne alınarak tekrar değerlendirilmeli.)

 

Genel olarak liberal Protestanların ve Baptistlerin dışında kalan tüm Protestanlar Evangelist adını alıyor. Kökleri Yunanca'da "Müjde" anlamına gelen "Evangelion"dan gelen bu isim İncilci tanımına denk düşüyor. Ancak kast edilen elbetteki "Eski Ahit" ve Mesih inancı. Protestanlığın bu yorumunda pek çok şey gizleniyor. Amerikan İsrail ilişkilerinden Büyük Ortadoğu Projesi'ne kadar kimi zaman "komplo" teorilerine boyanan kavramların altında 70'li yıllarda yeniden dirilen "Evangelizm" yatıyor.

 

Evangelistleri bu aralar önemli hale getiren iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek o yıkıcı savaşa, yani Armageddon'a olan inançları ya da insan eliyle yaratılacak kıyamet fikrini destekliyor olmaları ve dünyayı ele geçirmek istemeleri değil. 70 milyonluk nüfuslarıyla ABD seçimlerini etkilemeleri ve bu fikre inanan güçlü politikacılarının Beyaz Saray'da etkili olması.

 

Durum böyle olunca ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliği, İsrail sorunu ya da Büyük Ortadoğu Projesi gibi kavramların izi politikanın dinamiklerinde değil, kutsal kitapların satır aralarında sürülüyor. Ve dünya başkentlerinde Amerikan politikalarının, özellikle de Irak'ın işgalinin kaynağını "Eski Ahit"den aldığı şüphesi hızla yayılıyor. Ezici bir üstünlükle yeniden seçilen Bush 1985 yılından beri sık sık diz çöküp dua eden ve "Yaradan" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir Evangelist. Obama evangelistlerin dünyaya pazarladıkları yeni imajı; Zenci ve Ailesi Müslüman yani algı odaklı bir seçim.

 

Seçimlerde pek çok Amerikalı politik kaygılardan çok, Bush'un yeniden seçilip "İncil'deki kehaneti gerçekleştirmesi" için oy verdi. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra sık sık "Haçlı Seferi" ya da "İyi-Kötü" gibi kavramları kullanan Bush'un bir politikacıdan çok dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Evangelist vaizlerden biri gibi konuşması bu şüpheyi daha da belirginleştiriyordu. Önceki Amerikan başkanları Carter ve Reagan da benzer cümleler kullanıyor, İsrail devletinin kutsallığından ve kıyametten söz ediyordu. Ancak Bush açık bir biçimde "Mesihçi" ve "kıyametçi" bir başkan olarak hepsini geride bırakıyor.

 

11 Eylül saldırısı da Evangelistlerin yükselişinde etkili oldu. ABD'de saldırıdan hemen sonra yapılan kamuoyu araştırmalarına göre kendisini "Evangelist" olarak tanımlayanların oranı yüzde 46'ya yükseldi. Irak'ın işgalinden sonra ise yüzde 50'nin altına düşmedi. Irak'taki Amerikan tanklarının üzerlerine asılan haçlar, çarpışmadan önce vaftiz olan askerler ve birbiri ardına açılan Evangelist Kiliseler işte bu gelişmelerin bir sonucu.

 

Peki nedir Evangelizm?

Bu Hıristiyanlık yolunun kökenleri Martin Luther'e ve Protestanlığın kuruluşuna kadar gidiyor. Luther kendi kurduğu kiliseye "Evanjegelik Kilise Hareketi" diyordu. Protestanlık faizi reddeden Katoliklere karşı faizi serbest bırakıyor, "ahiretten" çok bu dünya ile ilgili düzenlemelere vurgu yapıyor, çalışmayı, ticareti ve üretimi kutsuyordu. Protestanlığın bu görece modern girişimleri bir reform hareketi olarak değerlendirildi. Ancak Protestanların en önemli farkı ilk beş kitabını Tevrat'ın oluşturduğu 39 kitaptan oluşan Eski Ahit'e inanmalarıydı. Eski Ahit, özellikle ABD'nin kuruluşunda farklı yorumlara ve anlayışlara yol açtı. Bu, bakış açılarında "kıyamete" ve "Mesihçiliğe" ayrı bir değer vermelerini sağlıyordu. Özgür iradenin "Tanrı" tarafından çizilen kaderin dışına çıkamayacağını öngören Evangelistler, bu kaderi hızlandırmak için Hıristiyanların ellerinden geleni yapması gerektiğini savunuyor. Ve Armageddon'la, yani "iyi" ile "kötü" arasındaki o büyük savaşla gelecek olan kıyameti ve Mesih'i hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

 

Seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudilerin, bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorlar. 70'li yıllardan itibaren yeniden dirilen ve muhafazakarlaşan Evangelizm aradan geçen otuz yıl içinde Hıristiyanlığın en hızlı büyüyen "Kilisesi" oldu. Ve Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler pek de yabana atılmamaları gerektiğini gösteriyor.

 

2004 yılında toplam sayıları 500 milyona ulaştı. Hıristiyan nüfusun 4'te birini oluşturuyorlar. 2050 yılında tüm Hıristiyan nüfusunun yarısı olacakları tahmin ediliyor. 70 milyon kişilik nüfusla en çok Amerika'da yaşıyorlar. Amerika'nın ardından en yoğun bulundukları ülke Brezilya (30 milyon).

 

Evangelistlerin şu anki güçlü durumu 1970'li yıllarda ortaya çıkan yeni-Evangelizm akımıyla oldu. Şili'de Hıristiyanlar'ın 4'te biri Evangelist. Fas'ta halkı Evangelist yapmak için çalışan 150 misyoner var. Kaliforniya'da ünivesitede ders olarak okutuluyor. Onlara göre İncil Tanrı'nın kitabı, İyi ve Kötü arasındaki savaş (Armageddon) dünyanın dengesini oluşturuyor, dünyanın sonu geliyor, dünyada yaşanan her şey, yapılan her savaş Tevrat'taki efsanelerde, İncil'de anlatılıyor, İsrail vadedilmiş toprak ve günün birinde tüm Museviler İsrail'e dönüp Evangelist olacak... Onlar protestanlığın Evangelist mezhebine bağlılar...

 

Irak Savaşı aslında hiç de görüldüğü gibi değil, ardında birçok dini etken olan bir savaştı. Ve olup bitenleri sadece Evangelistler anlıyordu. Evangelistler Amerika'yı tamamen ele geçirdikten sonra asıl hedefe yani dünyayı evangelistleştirmeye yönelmişti. Bu da onların inanışına göre durdurulamaz bir dönemdi. Bu dönem tamamlanacak, bu uğurda ölünerek de İsa'nın yanına yükselinecekti. ( Sabah :03.07.2004 )

 

BUSH ABD Başkanı George W. Bush, sabahın erken saatlerinde kalkıp dini kitaplar okuyor. Kabine toplantıları da dualarla başlıyor. Bush kendisine sorulan basit soruları bile İncil'den örnekler vererek cevaplıyor. "Yaradan" kelimesini dilinden düşürmeyen Başkan, görevinin kendisine Tanrı tarafından verildiğine inanıyor.Fransız Le Nouvel Observateur Dergisi Amerika Başkanı George W. Bush'un dünya üzerinde yaşayan 500 milyon " Evangelist"in en önemli dini liderlerinden biri olduğunu yazdı. ( SABAH : 7-11 Mart 2004 )

 

Valilik dönemlerinde Bush'u tanıyanlar onun kendisi hakkında "kutsal bir görev aldığını" söylediğini anlatıyorlardı. Zaten konuşmalarından bir kısmı da Evangelist kilisesinin ateşli savunucularından Michael Garson tarafından yazılıyordu. Vali olarak başarı kazanan Bush için yeni adımlar atma zamanı gelmişti. " Yaratan beni seçti" diyen Bush, Evangelist kilisesinin desteğiyle başkanlık yarışına da büyük bir hızla geldi. Başarısız olması hemen hemen imkansızdı çünkü Bush'a yapılan maddi yardımların dışında medya desteği de inanılacak gibi değildi.

 

Evangelist televizyon kanalı "The Family Channel" (Aile Kanalı) da rahipler, "Yaratanın bana 2004 seçimlerinin tam bir patlama olacağını söylediğini duyuyorum. Bush çok kolay bir şekilde seçimleri kazanacak... Yaradan onu destekliyor çünkü o iyi bir Hıristiyan. Yaratan onun dünyanın başına gelmesini istiyor... " şeklinde konuşuyorlardı. Dedikleri de oldu ve ülkede yaşayan yaklaşık 70 milyon Evangelist Bush'a destek verdi, Bush da Beyaz Saray'ın kapılarını fazla zorlanmadan aralamış oldu. Fakat Bush'un başkan seçilmesi onun söylemini değiştirmedi, aksine daha da belirginleştirdi. Fransa'yı "iyi-kötü" savaşı için yanında isteyen Bush, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a yazdığı mektupla Cumhurbaşkanı'nı tam anlamıyla şoke etmeyi başarmıştı! "Magog ve Gog" kavramlarından yani İyi-Kötü savaşından bahsetmişti. Chirac, bu felsefeyle bir savaş başlatılamayacağını söyleyip Bush'un yanında yer almayacağını kati bir dille ifade etti.

 

Bush daha gün doğmadan kalkıyor. Tek başına Beyaz Saray'ın sakin bir köşesine çakiliyor. İstihbarat raporlarını ya da haber özetlerini okuduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O dini kitaplar okuyarak güne hazırlanıyor. En çok okumayı sevdiği kitap ise İskoç asıllı gezici rahip Oswald Chambers'in " Dini Nasihatler" isimli kitabı. Chambers din dünyasında Haçlı düşüncesini öven düşünceleriyle tanınıyor.

 

Bush döneminde Beyaz Saray'daki kabine toplantıları;

Kabine toplantıları tahmin edeceğiniz gibi dualarla başlıyor. Kabine üyeleri Eski ve Yeni Ahit'ten seçtikleri pasajları okuyup, tartışıyor. Toplantılarda sigara ya da içki kullanılmıyor. Güne bu şekilde başlayan Bush, kendisine sorulan basit devlet konularına bile verdiği cevapları İncil'den verdiği örneklerle destekliyor. Bush ve Evangelist düşünceyi medyada ilk inceleyenlerden biri hiç kuşkusuz Amerikan Newsweek Dergisi oldu. "Bush ve Yaradan" isimli bir dosya hazırlayan dergi, Bush'un vaaz kitapları okuduğunu, en çok sevdiği kitabın yazarı Oswald Chambers'ın "1917 yılında Mısır'da Türk askerlerine karşı savaşan Anzak 'lara moral verdiğini yazmıştı. Bush'un aldığı politik olsun ya da olmasın tüm kararlarının ardında Billy Graham ve oğlu Frank Graham'ın olduğunu belirten dergi, "Bush, Başkan olmasını da, Irak Savaşı'nı da Allah'ın iradesine bağlıyor. Bu görevleri yerine getirmek için Başkan olduğuna inanıyor" diye yazmıştı.

 

 

Peki Obama; Obama başarısızlığa uğramış Ortadoğu projelerinin ekonomik yansımalarını ve dünyada oluşan anti Amerikan yaklaşımları silmek maksadıyla Neoconların yeni dünya yüzüydü. Neoconlar artık Sıcak savaş eksenli politikadan Truva atı diyerek niteleyebileceğimiz yeni bir strateji ile ülkelerde kargaşa yaratarak içerideki taşeronlarıyla amaçlarına devam edebilecekti.

 

Evangelistlerin bilinen sıfatıyla Neoconların Truva Atı Gülen; The Cemaat bu projenin neresinde..?

Son günlerde ülkemizde yaşanan gelişmelerle deşifre olmuş Gülen cemaatinin asıl misyonunu idrak edebilmek için 90’lı yıllara bakmamızda fayda var. Rahmetli Turgut Özal’ın SSCB’nin dağılmasının ardından hayat geçirmek istediği Türki Cumhuriyetler Projesi; Özal’ın en büyük hedefi, Türk Cumhuriyetleriyle siyasi ve ekonomik güçbirliği oluşturmaktı.


Turgut Özal, son seyahatinde 5 Türk Cumhuriyeti'nin Başkanlarıyla mutabakata vardı. Özal, AB'ye üye yapılmaması durumunda Türkiye'nin bölgesel hakimiyetini oluşturacak bir ekonomik ortaklığın şemsiyesini hazırladı. O şemsiyenin içerisinde Bosna bile vardı. Yani Adriyatik'ten, Çin Şeddine kadar Türk nüfusunun hüküm sürdüğü siyasi ve ekonomik bir birlik oluşturulacaktı.


Türkiye, Türk Cumhuriyetlerinden çıkarılacak olan yer altı kaynaklarını dünyaya dağıtan ülke konumuna gelecekti. Nitekim bu projenin içerisinde Amerika da vardı. Amerika, Özal'la sırt sırta götürüyordu.

Fakat neoconların (Amerika’yı perde arkasından yönetenlerin) ayrı bir hesabı vardı.

Tarihler 17 Nisan  1993’ü gösterdiğinde Özal şaibeli ölümüyle aramızdan ayrılmıştı. Türkiye en karanlık yıllarını yaşamaktaydı. Minimize edilmiş ve sonlandırılması planlanan terör sorunu adeta tekrar hortlamıştı. Bugün suikast olduğu artık kesinlik kazanan Özal’ın ölümünün ardında yatan 2 gerçek…

Neoconlar yıllarca Rus hakimiyetinde kalmış enerji havzası olan nüfuz edemedikleri bu coğrafyaya bu projeyle kazanmak için Oppus dei benzeri daha evvelde denedikleri Saint Benoit, ya da Saint Joseph, ya da Amerikan Kolejleri gibi uzun soluklu bir eğitim projesi haline dönüştürerek hakim olmak istediler. İşte tamda bu noktada Müslüman kimlikli ve Türk bir Truva Atı görevlendirdiler. Evet onun adı Fetullah Gülen’di. Yıllarca Rus komünist kültürle yaşamış bu topraklarda dönüşümün birden bire olmayacağını farkındaydılar. Gülen hareketi Müslümanların yaşadığı veya anti emperyalist düşüncelerin yoğun olduğu hemen her sömürü ülkesinde faaliyet göstermeye başladı. Finansal ve lojistik her türlü destek kendilerine sağlandı. Bu Truva atına faaliyet gösterdiği ülkelerin konjonktürel durumlarına binaen misyonlar yüklendi. Kafkaslarda Amerikan kültürü empozesi ılımlı islam gibi…

Türkiye’de stratejisini maskelerine has muhafazakar kesim üzerinden oluşturup devleti içeriden kontrol edebilmek adına modern illimunati taktiğiyle hareket ediyorlardı. Hükümette kim varsa ona yakın durup sahip oldukları medya gücüyle yönetime ortak olabiliyorlardı. 28 Şubat sürecinde arkalarındaki abd desteğine güvenerek göstermelik davalara konu oldular. Fakat asıl kimliklerini açık etmeye başlamışlardı. Rahmetle andığımız değerli hocamız Erbakan’a ‘Beceremiyorsan bırak git’ diyerek o süreçte kimlere hizmet ettiklerini aslında göstermişlerdi. Demirel ile çok sıkı dostlukları vardı.

12 Eylül 1980 öncesi anarşi ve terör olaylarından ötürü Fethullah Gülen ismi de aranan anarşistler listesinde yer alıyordu. Fakat 12 Eylül askeri darbe yönetimi Fethullah Gülen’in ismini aranan anarşistler listesinden çıkardı ve üstelik kendisine camilerde vaaz verme olanaklarını sağladı. Bu konu hakkında birçok yayınlar yapıldı, iddialar ileri sürüldü. Ancak 12 Eylül 1980 darbesini yapan askerlerle Fethullah Gülen ilişkisi gizlenebilecek bir ilişki değildir.

O yıllarda orduda hakim Cuntacı anlayışla ABD ve İsrail arasında köprü olan Demirel ile Fetullah Gülen’in dostluğu DYP’nin ilk kurulduğu yıllara kadar dayanmaktadır. Yukarda bahsi geçen Özal’ın Türki Cumhuriyetler Projesi hayata geçirileceği sırada ABD’nin TSK içindeki cuntacı kanatla ters düştüğü ve çıkarı gereği sivil iktidarı desteklediği  bugün bilinen bir gerçek. İşte bu dönemde Ordu içerisindeki 12 Eylül zihniyeti Fetullah Gülen’e cephe almıştı . Özal’ın ölümünden sonra Gülen CIA ve Mossad’ın talimatlarıyla siyaset arenasında konjonktürel  taraf olarak kendisine destek bulmuş ve kolay hareket etme imkanı yakalamıştır.  Tarihler 22 Mart 1999’u gösterdiğinde Gülen sağlık nedenlerini bahane ederek Amerika’ya gidecekti.  Bu gidişin hemen öncesinde Bülent Ecevit’in kendisine gitmesi yönünde telkinlerde bulunduğu gitmezse tutuklanabileceğini söylemesi o yıllarda kulislerde sıkça konuşulmuştu.

Özal’ın ölümünün ardından  Gülen hakkında kayda değer notlara bakacak olursak;

29.06.1994 günü, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Polat Renaissance Otel'de gerçekleştirdiği açılış toplantısına katıldı ve pek çok gazeteci, yazar, sanatçı, bilim, siyaset ve işadamının katıldığı bu toplantıda yaptığı konuşma dikkatleri birden üzerine çekti. Bu açılış ve Gülen'in konuşmasıyla ilgili, masonik medyada çok geniş ve övücü değerlendirmeler yazıldı.

1994 yılı Aralık ayı başında Başbakan; Tansu Çiller'le bir araya geldi. Görüşme, medyada büyük yankı uyandırdı. Takip eden yıllarda yine Çiller'le ve ayrıca Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde Hikmet Çetin ile görüşmelere katıldı.

1995 yılı Ocak ayında, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde ilk dizi röportajları yayınlandı.

1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği Ramazan'da iftar yemekleri, Mutlu Yarınlar İçin El Ele gibi faaliyetlere ve Hoşgörü, Uzlaşma Teşvik Ödülleri gibi ödül törenlerinde ve bayramlaşma merasimlerinde yer aldı.

Fetullah ve Ilımlı İslam yani içerisi boşaltılmış karşı koymayan zulme boyun eğecek yeni bir din projesi;

Aynı yıllar içinde, hem dinler mensupları arasında diyalog faaliyetleri hem de karşılıklı insanî dostluk ziyaretleri çerçevesinde defalarca, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhani Reisler Kurulu Başkanı Monsenyör Georges Marovitch, Vatikan Ankara Büyükelçisi Pier Luigi Celata, İstanbul Fener-Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni Cemaati lideri müteveffa Karakin ve şu andaki lideri Mesrof Mutafyan, Süryani Katolik Cemaati Patrik Vekili Episkopos Yusuf Sağ, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin ve Huriepiskopos Samuel Akdemir, Musevi Cemaati Yöneticileri ve İstanbul Hahambaşısı David Aseo ile zaman zaman bir araya gelip özel görüşmeler yaptı.

11 Haziran - 30 Eylül 1997 tarihleri arasında ABD'de bulunduğu sırada New York Roma Katolik Arşidükü ve New York Başpiskoposu Kardinal John O'Connor ve yardımcısı Alex ile, ayrıca Musevilere ait Anti-Defamation League'in o zamanki lideri Leon Levy ve arkadaşları Amerika Katolik Üniversitesi Doğu Hıristiyanlığı Araştırmaları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sidney Griffıth ile görüşüp talimat ve tavsiyeler aldı.


 


09.02.1998 tarihinde Vatikan'da Papa John Paul II ile tarihî bir görüşme yaptı; burada ayrıca, Kardinal Arenzi ve Kardinaller Meclisi'ne nezaket ziyaretinde bulundu. Bu ziyaret, medyada uzun bir süre haber ve yorumlara konu olarak sürekli gündeme taşındı.

19.02.1998 günü Dünya Kiliseler Birliği yöneticileri ve aynı tarihlerde, Anti-Defamation Leagu eski başkanı Leon Levy, birkaç arkadaşıyla birlikte kendisini İstanbul'da ziyaret edip övgüler yağdırdı.

25 Şubat 1998 günü Kudüs Sefared Hahambaşısı Eliyahu Bakhsı Doron'la, İstanbul Taksim'de Gazeteciler ve Yazarlar Birliği merkez binasında, 9 Mart 1998 tarihinde ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin organize ettiği Kültürlerarası Diyalog toplantısına katılan bilim adamları ve ruhanilerle bir araya gelip kucaklaştı.

Fethullah Gülen'le pek çok yerli ve yabancı gazeteci ve TV muhabiri röportajlarda bulundu:

Sabah Gazetesi'nden Nuriye Akman'ın röportajı, 23-30 Ocak 1995 tarihlerinde Sabah'ta,

Hürriyet Gazetesi'nden Ertuğrul Özkök'ün röportajı, 23-30 Ocak 1995 tarihlerinde Hürriyet'te,

Zaman Gazetesi'nden Eyüp Can'ın röportajı, Ağustos 1995 tarihinde Zaman'da,

Cumhuriyet Gazetesi'nden Oral Çalışlar'ın röportajı, 20-26 Ağustos 1995'te Cumhuriyet'te,

Sabah Gazetesi'nden Hulusi Turgut'un röportajı, 23-31 Ocak 1997 tarihinde Sabah'ta yayınlandı.

Nevval Sevindi ve Eyüp Can, yapmış oldukları röportajları kitaplaştırmışlardır. Sevindi'nin kitabı Sabah Gazetesi yayınlarınca, Can'ın kitabı ise Milliyet Gazetesi Yayınlarınca kitap haline getirilmiş ve her iki kitap da 100.000 civarında satmıştır. Nevval Sevindi, röportajını 2002 yılında tekrar yayınlamıştır.

Bunlardan ayrı olarak, Amerika'da öğretim üyesi olarak bulunan Hakan Yavuz'un Fethullah Gülen ile yaptığı röportaj Milliyet Gazetesi'nin Entelektüel bakış köşesinde 3 gün süreyle yayınlandı.

Ayrıca yine Milliyet Gazetesi'nden Yasemin Çongar'ın ABD'de gerçekleştirdiği röportaj 1997 Ağustos ayı içinde Milliyet'te;

Aynı gazeteden Özcan Ünlü'nün röportajı da yine aynı gazetede Mart 1998 içinde geniş olarak yayınlandı.

03.07.1995 akşamı Reha Muhtar ile devletin resmi kanalı TRT 1'de,

29.03.1997 akşamı Samanyolu TV'de Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve Osman Özsoy ile,

15.04.1997 akşamı, Kanal D Televizyonunda Yalçın Doğan ile,

27.02.1998 tarihinde NTV'de Cengiz Çandar ve Taha Akyol ile canlı röportaj yaparken, SHOW TV adına 32. gün ekibinden Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar, 1998 başlarında gerçekleştirdikleri röportajları birer hafta aralıkla iki program halinde yayınladılar ve ayrıca CD halinde piyasaya arz ettiler.

Pek çok yabancı gazeteci ve televizyon ekibi de Fethullah Gülen'le röportajlar yapıp, bunları kendi gazete ve televizyonlarında geniş olarak yayınladılar. Wall Street Journal gazetesi bölge muhabirinin yaptığı röportaj, bu gazetenin Avrupa baskısında tam sayfa yer aldı. Ayrıca, Avusturyalı gazeteci, Vatikan radyosunda programcı Heinz Gstrein, Yunanistan'da yayınlanan Eleftlıeropitia gazetesinden Simeon Soltaridis, Arnavutluk'ta yayınlanan Rilindja Demokratika gazetesinden Edi Polko ve Albania gazetesinden Enver Bytci, Rilindjia Kosova gazetesinden Mehmed Giata ve bunlardan ayrı olarak, Bulgaristan, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Gürcistan, Rusya, Kazakistan'dan resmî ve özel televizyon kanalları ve gazetelerinden bazıları da röportajlar yapıp, bunları yayınladılar. Ayrıca, Time adına bölge muhabiri James Wilde ve Le Monde adına Nicole Pope, Fethullah Gülen'le görüştüler.


Fetullah Gülen ve Mason siyasiler

Fetullah Gülen hakkında toplumun hemen her kesiminin görüş ve düşünceleri medyaya yansıdı,

Siyasetçilerden, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel başta olmak üzere, başbakanlık yapmış bulunan DYP genel başkanı sayın Tansu Çiller, yine önceki başbakanlardan ve ANAP genel başkanı sayın Mesut Yılmaz, Türk siyasetinin en meşhur ve tecrübeli isimlerinden Demokratik Sol Parti genel başkanı başbakan olan sayın Bülent Ecevit, CHP genel başkanı sayın Deniz Baykal ve daha önceki genel başkanı sayın Hikmet Çetin, Demokratik Türkiye Partisi eski genel başkanı sayın Hüsamettin Cindoruk, Milliyetçi Hareket Partisi kurucusu ve ilk genel başkanı Alparslan Türkeş, şu andaki başkanı sayın Devlet Bahçeli, daima Gülen hakkında iyi düşüncelerini her fırsatta dile getirdiler.

Ancak Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'la, yıldızının hiç barışmadığını ve Ondan asla hoşlanmadığını, bizzat kendileri dile getirdiler.
Eski MİT başkanı Fuat Doğu, Orhan Ateş ve Amerikan hayranı ve İsrail bağlantılı bazı general- albay ve daha başka rütbelerde subaylar, ya Fetullah Gülen ile hususî dostluk kurdular, ya Gülen hakkında olumlu düşüncelerini dile getirdiler veya kendisiyle mektup veya tebrik teatisinde bulundular.

İşadamlarından Aydın Bolak, Cengiz Kaptanoğlu, Şadan Kalkavan, İhsan Kalkavan, Atasay Kamer, Cihan Kamer, Engin Elginkan, Sema Cıngıllıoğlu, Sakıp Sabancı, Aydın Doğan, Üzeyir Garih, İshak Alaton, Rahmi Koç, Fuat Miras ve daha pek çok isim;

Spor dünyasından, Fenerbahçe kulübü eski başkanı ve iş adamı Ali Şen, Galatatasaray kulübünün eski ve yeni futbol şubesi sorumluları, işadamı Adnan Polat ve Ergun Gürsoy, Galatasaray ve Beşiktaş gibi kulüplerden pek çok futbolcu, basketbolcu...

Medyadan çok sayıda isim:
Taha Akyol, Yalçın Doğan, Derya Sazak, Şeref Oğuz, Doç. Dr. Şahin Alpay, Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, merhum Yavuz Gökmen, Hadi Uluengin, Cengiz Çandar, Zeynep Göğüs, Güngör Mengi, Yavuz Donat, Nuriye Akman, Zülfü Livaneli, Mehmet Barlas, merhum Mehmet Ali Birand, Nevval Sevindi, Mehmet Altan, Ali Acar, Avni Özgürel, Nazlı Ilıcak, Mehmet Ali Ilıcak, Memduh Bayraktaroğlu, Meriç Köyatası, Ahmet Tezcan, merhum Cenk Koray, İzzet Sedes, merhum Prof. Dr. Ayhan Songar, merhum Ahmet Kabaklı, Ayhan Katırcıkara, Mehmet Ocaktan, Ali Bulaç, Süleyman Yağız, Ömer Çavuşoğlu, Vehbi Dinçcan ve daha pek çok gazeteci ve televizyon programcısı, Fethullah Gülen hakkında daima olumlu düşüncelerini dile getirdiler.

Fethullah Gülen, 1999 yılı Ocak ayı içinde ABD Mayo Clinic'ten 22 Mart 1999 günü için alınan randevu gereği, 21 Mart 1999 tarihinde Türkiye'den ayrıldı ve 22 Mart 26 Mart günleri bu klinikte muayene olup, check-up yaptırdı. Gülen, doktorlarının öyle uygun gördüğü bahanesiyle, o tarihten bu yana yaşamını ABD'de sürdürmektedir.

Siyonist Yahudi Lobilerinden Papa Hazretlerine... Masonik mahfillerden dış güdümlü siyasilere... Münafık merkezlerden kirli örgütlere... Haçlı zihniyetli emperyalist güçlerden, uluslararası karanlık şebekelere; ilkokulu dışarıdan bitirmiş birkaç sene Arapça tahsil etmiş; ama gizli ellerce sürekli yükseltilip reklâm edilmiş bu kişiyle ilişki ve işbirliği içinde olmaları, aslında Onun gerçek mahiyeti ve marifetini göstermeye kâfidir.

Dünden bugüne Fetullah Gülen ve örgütünün daha net anlaşılabilmesi için son birkaç yılda cemaatin erk psikozu  iyi tahlil edilmelidir. Geride bıraktığımız son bir kaç yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti tarihine damgasını vuran derin yapılanmaların deşifre edilmesi ve yargılanmasında Cia destekli Cemaatin  rolü her ne kadar büyük olsa da asıl amacın askeri vesayetten boşalan yere sivil vesayet türü olarak kendilerini montelemek istemesi ve böylece milli iradenin değil neoconların iradesinin tecelli ettiği zayıf yönetilebilir parçalanabilecek bir Türkiye modelidir. Açılım politikaları cemaat medyası tarafından her fırsatta sabote edilmeye devam etmektedir.

Mavi Marmara, 7 Şubat, Gezi Olayları ve son olarak 17 Aralıkla başlatılan yolsuzluk kılıfına gizlenmiş siyasete suikast girişimleri The Cemaatin gerçek yüzünü gözler önüne sermiştir.

11 yıllık AK Parti iktidarının icraatlerinden rahatsızlık duyan birtakım lobi çevreleri ve içerideki uzantıları çıkarlarıyla uyuşmayan Türkiye Dış politikası üzerinden Sayın Başbakanı terör örgütleriyle ilişkilendirmek suretiyle cezalandırmak istemektedirler.

Yerel seçim öncesi bu operasyonlarla  milli iradeyi temsilen hükümete olan halk desteğinin kırılması düşünülmekte ve böylece dışarıdan yapılacak bir operasyonda halkın tepkisinin minimize edilmesi amaçlanmaktadır. Operasyonların stratejik Siyasi ortağı olarak geçtiğimiz günlerde sürpriz bir şekilde ABD’ye giden Kılıçdaroğlu seçilmiş operasyonların başladığı gün ABD’nin Ankara büyükelçisince çağrılarak talimatlar verilmiş ve sürecin sonraki ayağında Sarıgül’e koltuğu devretmesinin söylenmiş olması muhtemeldir.