ABD ve
İngiltere’de 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan Evangelist hareket, 70’li yıllarda
yeniden dirilerek dünya egemenliğine giden yoluna koyuldu. Evangelizm’i önemli
hale getiren en büyük neden Bush’un, Fransız Observateur dergisinin yazdığı
gibi açık bir biçimde bu tarikatın en önemli lideri olması. Evangelist, genel
olarak liberal Protestan’ların ve Baptist’lerin dışında kalan tüm
Protestan’lara verilen isimdir. Sayıları ABD’de 70 milyonu, dünya üzerinde de
500 milyonu bulan Evangelistler’e göre, 2000’li yıllarda Ortadoğu’da iyi ve
kötü arasında kaçınılmaz olarak bir savaş gerçekleşecek (Armageddon), bununla
birlikte İsa yeryüzüne inecek ve kıyamet kopacak. Amaçları, kıyametin kopmasına
giden süreci hızlandırmak. Bunun için çalışıyorlar. İnandıkları Eski Ahit
kitabında, Armageddon Savaşı ve İsa’nın yeryüzüne tekrar gelişi, kıyamet
alâmetleri olarak yer aldığı için, bütün faaliyetlerini kıyameti gerçekleştirecek
koşulları yaratmak için yürütüyorlar. Bu yüzden de Evangelistler’le, Yahudi’ler
arasında bir amaç birliği var. Çünkü Evangelistler’e göre bu kıyamet
koşullarından birisi de, Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Tapınağı’nın inşası
ve İsrail’in vaat edilmiş topraklara kavuşması. Bunlara göre, Armageddon
Savaşı’ndan önce Yahudi’ler İsrail’de olmalıdır. Dolayısıyla seçilmiş insanlar
olduklarına inandıkları Yahudi’lerin, bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi
gerektiğini düşünüyor ve İsrail’in Ortadoğu’da güvende olmasına büyük önem
veriyorlar. Bu, İsrail’in ABD tarafından bu kadar desteklenmesinin en önemli
nedeni.
Sayıları
sadece Amerika'da 70 milyona ulaşan, Başkan George W. Bush'un da en büyük
takipçisi olduğu Evangelistler, İncil'de yer alan kehanetleri gerçekleştirmek
için çalışıyor. Bu koyu Hıristiyanlar'a göre kıyamet 2000'li yıllarda
Ortadoğu'da kopacak ve onlar da İsa Mesih sayesinde dünyaya hakim olacak.
Evangelistlerin
hayallerinde kıyamet var Dünyadaki pek çok insan Amerikan politikalarını artık İncil'deki
kehanetlerin şekillendirdiğine inanıyor. Bush'a seçimi kazandıran Evangelistler
ise Ortadoğu'da kıyameti hızlandırmak için çalışıyor.
‘’Tanrı ve
Başkan bize İsa'yı Ortadoğu'ya getirme şansı doğurdu. Bu bana verilen bir
emir!"... Bu sözlerin sahibi kan ve ateş altındaki Irak'ta Evangelistler
için çalışan misyoner Tom Craig. Evangelistlerin Bağdat'ta onlarca kilisesi ve
binlerce müridi var. Amaç Irak'ı Ortadoğu'da Evangelizm'in merkezi yapmak ve
tıpkı İncil'de sözü edildiği gibi dünyanın bütün kavimlerini bu Kilisede
toplamak. Evangelistlerin "Kilisesi" var ama aslında Protestanlığa
ait küçük inanç farklarıyla bir araya gelen büyük bir ittifaktan söz etmek daha
doğru. (Not : Arap baharı
evangelistlerin manipülasyonu göz önüne alınarak tekrar değerlendirilmeli.)
Genel olarak
liberal Protestanların ve Baptistlerin dışında kalan tüm Protestanlar
Evangelist adını alıyor. Kökleri Yunanca'da "Müjde" anlamına gelen
"Evangelion"dan gelen bu isim İncilci tanımına denk düşüyor. Ancak
kast edilen elbetteki "Eski Ahit" ve Mesih inancı. Protestanlığın bu
yorumunda pek çok şey gizleniyor. Amerikan İsrail ilişkilerinden Büyük Ortadoğu
Projesi'ne kadar kimi zaman "komplo" teorilerine boyanan kavramların
altında 70'li yıllarda yeniden dirilen "Evangelizm" yatıyor.
Evangelistleri
bu aralar önemli hale getiren iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak
gerçekleşecek o yıkıcı savaşa, yani Armageddon'a olan inançları ya da insan
eliyle yaratılacak kıyamet fikrini destekliyor olmaları ve dünyayı ele geçirmek
istemeleri değil. 70 milyonluk nüfuslarıyla ABD seçimlerini etkilemeleri ve bu
fikre inanan güçlü politikacılarının Beyaz Saray'da etkili olması.
Durum böyle
olunca ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliği, İsrail sorunu ya da Büyük Ortadoğu
Projesi gibi kavramların izi politikanın dinamiklerinde değil, kutsal
kitapların satır aralarında sürülüyor. Ve dünya başkentlerinde Amerikan
politikalarının, özellikle de Irak'ın işgalinin kaynağını "Eski
Ahit"den aldığı şüphesi hızla yayılıyor. Ezici bir üstünlükle yeniden seçilen
Bush 1985 yılından beri sık sık diz çöküp dua eden ve "Yaradan"
sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir Evangelist. Obama evangelistlerin dünyaya
pazarladıkları yeni imajı; Zenci ve Ailesi Müslüman yani algı odaklı bir seçim.
Seçimlerde
pek çok Amerikalı politik kaygılardan çok, Bush'un yeniden seçilip
"İncil'deki kehaneti gerçekleştirmesi" için oy verdi. Özellikle 11
Eylül saldırılarından sonra sık sık "Haçlı Seferi" ya da
"İyi-Kötü" gibi kavramları kullanan Bush'un bir politikacıdan çok
dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Evangelist vaizlerden biri gibi
konuşması bu şüpheyi daha da belirginleştiriyordu. Önceki Amerikan başkanları
Carter ve Reagan da benzer cümleler kullanıyor, İsrail devletinin
kutsallığından ve kıyametten söz ediyordu. Ancak Bush açık bir biçimde
"Mesihçi" ve "kıyametçi" bir başkan olarak hepsini geride
bırakıyor.
11 Eylül
saldırısı da Evangelistlerin yükselişinde etkili oldu. ABD'de saldırıdan hemen
sonra yapılan kamuoyu araştırmalarına göre kendisini "Evangelist"
olarak tanımlayanların oranı yüzde 46'ya yükseldi. Irak'ın işgalinden sonra ise
yüzde 50'nin altına düşmedi. Irak'taki Amerikan tanklarının üzerlerine asılan
haçlar, çarpışmadan önce vaftiz olan askerler ve birbiri ardına açılan
Evangelist Kiliseler işte bu gelişmelerin bir sonucu.
Peki nedir
Evangelizm?
Bu
Hıristiyanlık yolunun kökenleri Martin Luther'e ve Protestanlığın kuruluşuna
kadar gidiyor. Luther kendi kurduğu kiliseye "Evanjegelik Kilise
Hareketi" diyordu. Protestanlık faizi reddeden Katoliklere karşı faizi
serbest bırakıyor, "ahiretten" çok bu dünya ile ilgili düzenlemelere
vurgu yapıyor, çalışmayı, ticareti ve üretimi kutsuyordu. Protestanlığın bu
görece modern girişimleri bir reform hareketi olarak değerlendirildi. Ancak
Protestanların en önemli farkı ilk beş kitabını Tevrat'ın oluşturduğu 39
kitaptan oluşan Eski Ahit'e inanmalarıydı. Eski Ahit, özellikle ABD'nin
kuruluşunda farklı yorumlara ve anlayışlara yol açtı. Bu, bakış açılarında
"kıyamete" ve "Mesihçiliğe" ayrı bir değer vermelerini
sağlıyordu. Özgür iradenin "Tanrı" tarafından çizilen kaderin dışına
çıkamayacağını öngören Evangelistler, bu kaderi hızlandırmak için
Hıristiyanların ellerinden geleni yapması gerektiğini savunuyor. Ve
Armageddon'la, yani "iyi" ile "kötü" arasındaki o büyük savaşla
gelecek olan kıyameti ve Mesih'i hızlandırmak için ellerinden geleni
yapıyorlar.
Seçilmiş
insanlar olduklarına inandıkları Yahudilerin, bir kıyamet koşulu olarak
desteklenmesi gerektiğini düşünüyorlar. 70'li yıllardan itibaren yeniden
dirilen ve muhafazakarlaşan Evangelizm aradan geçen otuz yıl içinde
Hıristiyanlığın en hızlı büyüyen "Kilisesi" oldu. Ve Ortadoğu'da
yaşanan gelişmeler pek de yabana atılmamaları gerektiğini gösteriyor.
2004 yılında
toplam sayıları 500 milyona ulaştı. Hıristiyan nüfusun 4'te birini
oluşturuyorlar. 2050 yılında tüm Hıristiyan nüfusunun yarısı olacakları tahmin
ediliyor. 70 milyon kişilik nüfusla en çok Amerika'da yaşıyorlar. Amerika'nın
ardından en yoğun bulundukları ülke Brezilya (30 milyon).
Evangelistlerin
şu anki güçlü durumu 1970'li yıllarda ortaya çıkan yeni-Evangelizm akımıyla
oldu. Şili'de Hıristiyanlar'ın 4'te biri Evangelist. Fas'ta halkı Evangelist
yapmak için çalışan 150 misyoner var. Kaliforniya'da ünivesitede ders olarak
okutuluyor. Onlara göre İncil Tanrı'nın kitabı, İyi ve Kötü arasındaki savaş
(Armageddon) dünyanın dengesini oluşturuyor, dünyanın sonu geliyor, dünyada
yaşanan her şey, yapılan her savaş Tevrat'taki efsanelerde, İncil'de anlatılıyor,
İsrail vadedilmiş toprak ve günün birinde tüm Museviler İsrail'e dönüp
Evangelist olacak... Onlar protestanlığın Evangelist mezhebine bağlılar...
Irak Savaşı
aslında hiç de görüldüğü gibi değil, ardında birçok dini etken olan bir
savaştı. Ve olup bitenleri sadece Evangelistler anlıyordu. Evangelistler
Amerika'yı tamamen ele geçirdikten sonra asıl hedefe yani dünyayı
evangelistleştirmeye yönelmişti. Bu da onların inanışına göre durdurulamaz bir
dönemdi. Bu dönem tamamlanacak, bu uğurda ölünerek de İsa'nın yanına
yükselinecekti. ( Sabah :03.07.2004 )
BUSH ABD
Başkanı George W. Bush, sabahın erken saatlerinde kalkıp dini kitaplar okuyor.
Kabine toplantıları da dualarla başlıyor. Bush kendisine sorulan basit soruları
bile İncil'den örnekler vererek cevaplıyor. "Yaradan" kelimesini
dilinden düşürmeyen Başkan, görevinin kendisine Tanrı tarafından verildiğine
inanıyor.Fransız Le Nouvel Observateur Dergisi Amerika Başkanı George W.
Bush'un dünya üzerinde yaşayan 500 milyon " Evangelist"in en önemli
dini liderlerinden biri olduğunu yazdı. ( SABAH : 7-11 Mart 2004 )
Valilik
dönemlerinde Bush'u tanıyanlar onun kendisi hakkında "kutsal bir görev
aldığını" söylediğini anlatıyorlardı. Zaten konuşmalarından bir kısmı da
Evangelist kilisesinin ateşli savunucularından Michael Garson tarafından
yazılıyordu. Vali olarak başarı kazanan Bush için yeni adımlar atma zamanı
gelmişti. " Yaratan beni seçti" diyen Bush, Evangelist kilisesinin
desteğiyle başkanlık yarışına da büyük bir hızla geldi. Başarısız olması hemen
hemen imkansızdı çünkü Bush'a yapılan maddi yardımların dışında medya desteği
de inanılacak gibi değildi.
Evangelist
televizyon kanalı "The Family Channel" (Aile Kanalı) da rahipler,
"Yaratanın bana 2004 seçimlerinin tam bir patlama olacağını söylediğini
duyuyorum. Bush çok kolay bir şekilde seçimleri kazanacak... Yaradan onu
destekliyor çünkü o iyi bir Hıristiyan. Yaratan onun dünyanın başına gelmesini
istiyor... " şeklinde konuşuyorlardı. Dedikleri de oldu ve ülkede yaşayan
yaklaşık 70 milyon Evangelist Bush'a destek verdi, Bush da Beyaz Saray'ın
kapılarını fazla zorlanmadan aralamış oldu. Fakat Bush'un başkan seçilmesi onun
söylemini değiştirmedi, aksine daha da belirginleştirdi. Fransa'yı
"iyi-kötü" savaşı için yanında isteyen Bush, Fransa Cumhurbaşkanı
Jacques Chirac'a yazdığı mektupla Cumhurbaşkanı'nı tam anlamıyla şoke etmeyi
başarmıştı! "Magog ve Gog" kavramlarından yani İyi-Kötü savaşından
bahsetmişti. Chirac, bu felsefeyle bir savaş başlatılamayacağını söyleyip
Bush'un yanında yer almayacağını kati bir dille ifade etti.
Bush daha
gün doğmadan kalkıyor. Tek başına Beyaz Saray'ın sakin bir köşesine çakiliyor.
İstihbarat raporlarını ya da haber özetlerini okuduğunu sanıyorsanız
yanılıyorsunuz. O dini kitaplar okuyarak güne hazırlanıyor. En çok okumayı
sevdiği kitap ise İskoç asıllı gezici rahip Oswald Chambers'in " Dini
Nasihatler" isimli kitabı. Chambers din dünyasında Haçlı düşüncesini öven
düşünceleriyle tanınıyor.
Bush
döneminde Beyaz Saray'daki kabine toplantıları;
Kabine toplantıları tahmin edeceğiniz gibi dualarla
başlıyor. Kabine üyeleri Eski ve Yeni Ahit'ten seçtikleri pasajları okuyup,
tartışıyor. Toplantılarda sigara ya da içki kullanılmıyor. Güne bu şekilde
başlayan Bush, kendisine sorulan basit devlet konularına bile verdiği cevapları
İncil'den verdiği örneklerle destekliyor. Bush ve Evangelist düşünceyi medyada
ilk inceleyenlerden biri hiç kuşkusuz Amerikan Newsweek Dergisi oldu.
"Bush ve Yaradan" isimli bir dosya hazırlayan dergi, Bush'un vaaz kitapları
okuduğunu, en çok sevdiği kitabın yazarı Oswald Chambers'ın "1917 yılında
Mısır'da Türk askerlerine karşı savaşan Anzak 'lara moral verdiğini yazmıştı.
Bush'un aldığı politik olsun ya da olmasın tüm kararlarının ardında Billy
Graham ve oğlu Frank Graham'ın olduğunu belirten dergi, "Bush, Başkan
olmasını da, Irak Savaşı'nı da Allah'ın iradesine bağlıyor. Bu görevleri yerine
getirmek için Başkan olduğuna inanıyor" diye yazmıştı.
Peki Obama; Obama başarısızlığa uğramış Ortadoğu projelerinin
ekonomik yansımalarını ve dünyada oluşan anti Amerikan yaklaşımları silmek
maksadıyla Neoconların yeni dünya yüzüydü. Neoconlar artık Sıcak savaş eksenli
politikadan Truva atı diyerek niteleyebileceğimiz yeni bir strateji ile
ülkelerde kargaşa yaratarak içerideki taşeronlarıyla amaçlarına devam
edebilecekti.
Evangelistlerin bilinen sıfatıyla Neoconların Truva
Atı Gülen; The Cemaat bu projenin neresinde..?
Son
günlerde ülkemizde yaşanan gelişmelerle deşifre olmuş Gülen cemaatinin asıl
misyonunu idrak edebilmek için 90’lı yıllara bakmamızda fayda var. Rahmetli
Turgut Özal’ın SSCB’nin dağılmasının ardından hayat geçirmek istediği Türki
Cumhuriyetler Projesi; Özal’ın en büyük hedefi, Türk Cumhuriyetleriyle siyasi
ve ekonomik güçbirliği oluşturmaktı.
Turgut
Özal, son seyahatinde 5 Türk Cumhuriyeti'nin Başkanlarıyla mutabakata vardı.
Özal, AB'ye üye yapılmaması durumunda Türkiye'nin bölgesel hakimiyetini
oluşturacak bir ekonomik ortaklığın şemsiyesini hazırladı. O şemsiyenin
içerisinde Bosna bile vardı. Yani Adriyatik'ten, Çin Şeddine kadar Türk
nüfusunun hüküm sürdüğü siyasi ve ekonomik bir birlik oluşturulacaktı.
Türkiye, Türk Cumhuriyetlerinden çıkarılacak olan yer altı kaynaklarını dünyaya
dağıtan ülke konumuna gelecekti. Nitekim
bu projenin içerisinde Amerika da vardı. Amerika, Özal'la sırt sırta
götürüyordu.
Fakat neoconların (Amerika’yı perde arkasından
yönetenlerin) ayrı bir hesabı vardı.
Tarihler 17 Nisan
1993’ü gösterdiğinde Özal şaibeli ölümüyle aramızdan ayrılmıştı. Türkiye
en karanlık yıllarını yaşamaktaydı. Minimize edilmiş ve sonlandırılması
planlanan terör sorunu adeta tekrar hortlamıştı. Bugün suikast olduğu artık
kesinlik kazanan Özal’ın ölümünün ardında yatan 2 gerçek…
Neoconlar yıllarca Rus hakimiyetinde kalmış enerji
havzası olan nüfuz edemedikleri bu coğrafyaya bu projeyle kazanmak için Oppus
dei benzeri daha evvelde denedikleri Saint Benoit, ya da Saint Joseph, ya da
Amerikan Kolejleri gibi uzun soluklu bir eğitim projesi haline dönüştürerek hakim olmak istediler. İşte tamda bu noktada Müslüman kimlikli ve
Türk bir Truva Atı görevlendirdiler. Evet onun adı Fetullah Gülen’di. Yıllarca Rus komünist kültürle yaşamış bu
topraklarda dönüşümün birden bire olmayacağını farkındaydılar. Gülen hareketi Müslümanların
yaşadığı veya anti emperyalist düşüncelerin yoğun olduğu hemen her sömürü
ülkesinde faaliyet göstermeye başladı. Finansal ve lojistik her türlü destek
kendilerine sağlandı. Bu Truva atına faaliyet gösterdiği ülkelerin konjonktürel
durumlarına binaen misyonlar yüklendi. Kafkaslarda Amerikan kültürü empozesi
ılımlı islam gibi…
Türkiye’de stratejisini maskelerine has muhafazakar kesim
üzerinden oluşturup devleti içeriden kontrol edebilmek adına modern illimunati
taktiğiyle hareket ediyorlardı. Hükümette kim varsa ona yakın durup sahip
oldukları medya gücüyle yönetime ortak olabiliyorlardı. 28 Şubat sürecinde
arkalarındaki abd desteğine güvenerek göstermelik davalara konu oldular. Fakat
asıl kimliklerini açık etmeye başlamışlardı. Rahmetle andığımız değerli hocamız
Erbakan’a ‘Beceremiyorsan bırak git’ diyerek o süreçte kimlere hizmet
ettiklerini aslında göstermişlerdi. Demirel ile çok sıkı dostlukları vardı.
12 Eylül 1980 öncesi anarşi ve terör olaylarından ötürü
Fethullah Gülen ismi de aranan anarşistler listesinde yer alıyordu. Fakat 12
Eylül askeri darbe yönetimi Fethullah Gülen’in ismini aranan anarşistler
listesinden çıkardı ve üstelik kendisine camilerde vaaz verme olanaklarını
sağladı. Bu konu hakkında birçok yayınlar yapıldı, iddialar ileri sürüldü.
Ancak 12 Eylül 1980 darbesini yapan askerlerle Fethullah Gülen ilişkisi
gizlenebilecek bir ilişki değildir.
O yıllarda orduda hakim Cuntacı anlayışla ABD ve İsrail
arasında köprü olan Demirel ile Fetullah Gülen’in dostluğu DYP’nin ilk
kurulduğu yıllara kadar dayanmaktadır. Yukarda bahsi geçen Özal’ın Türki
Cumhuriyetler Projesi hayata geçirileceği sırada ABD’nin TSK içindeki cuntacı
kanatla ters düştüğü ve çıkarı gereği sivil iktidarı desteklediği bugün bilinen bir gerçek. İşte bu dönemde
Ordu içerisindeki 12 Eylül zihniyeti Fetullah Gülen’e cephe almıştı . Özal’ın
ölümünden sonra Gülen CIA ve Mossad’ın talimatlarıyla siyaset arenasında
konjonktürel taraf olarak kendisine
destek bulmuş ve kolay hareket etme imkanı yakalamıştır. Tarihler 22 Mart 1999’u gösterdiğinde Gülen
sağlık nedenlerini bahane ederek Amerika’ya gidecekti. Bu gidişin hemen öncesinde Bülent Ecevit’in
kendisine gitmesi yönünde telkinlerde bulunduğu gitmezse tutuklanabileceğini
söylemesi o yıllarda kulislerde sıkça konuşulmuştu.
Özal’ın ölümünün ardından
Gülen hakkında kayda değer notlara bakacak olursak;
29.06.1994 günü, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Polat
Renaissance Otel'de gerçekleştirdiği açılış toplantısına katıldı ve pek çok
gazeteci, yazar, sanatçı, bilim, siyaset ve işadamının katıldığı bu toplantıda
yaptığı konuşma dikkatleri birden üzerine çekti. Bu açılış ve Gülen'in
konuşmasıyla ilgili, masonik medyada çok geniş ve övücü değerlendirmeler
yazıldı.
1994 yılı Aralık ayı başında Başbakan; Tansu Çiller'le bir araya geldi.
Görüşme, medyada büyük yankı uyandırdı. Takip eden yıllarda yine Çiller'le ve
ayrıca Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde Hikmet
Çetin ile görüşmelere katıldı.
1995 yılı Ocak ayında, Hürriyet ve Sabah gazetelerinde ilk dizi röportajları
yayınlandı.
1995, 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın
düzenlediği Ramazan'da iftar yemekleri, Mutlu Yarınlar İçin El Ele gibi
faaliyetlere ve Hoşgörü, Uzlaşma Teşvik Ödülleri gibi ödül törenlerinde ve
bayramlaşma merasimlerinde yer aldı.
Fetullah ve Ilımlı İslam yani içerisi
boşaltılmış karşı koymayan zulme boyun eğecek yeni bir din projesi;
Aynı yıllar içinde, hem dinler mensupları arasında
diyalog faaliyetleri hem de karşılıklı insanî dostluk ziyaretleri çerçevesinde
defalarca, Türkiye Katolik Cemaatleri Ruhani Reisler Kurulu Başkanı Monsenyör
Georges Marovitch, Vatikan Ankara Büyükelçisi Pier Luigi Celata, İstanbul
Fener-Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni Cemaati lideri müteveffa Karakin ve şu
andaki lideri Mesrof Mutafyan, Süryani Katolik Cemaati Patrik Vekili Episkopos
Yusuf Sağ, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin ve Huriepiskopos Samuel Akdemir,
Musevi Cemaati Yöneticileri ve İstanbul Hahambaşısı David Aseo ile zaman zaman
bir araya gelip özel görüşmeler yaptı.
11 Haziran - 30 Eylül 1997 tarihleri arasında ABD'de bulunduğu sırada New York
Roma Katolik Arşidükü ve New York Başpiskoposu Kardinal John O'Connor ve
yardımcısı Alex ile, ayrıca Musevilere ait Anti-Defamation League'in o zamanki
lideri Leon Levy ve arkadaşları Amerika Katolik Üniversitesi Doğu
Hıristiyanlığı Araştırmaları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sidney Griffıth ile
görüşüp talimat ve tavsiyeler aldı.
09.02.1998 tarihinde Vatikan'da Papa John Paul II ile tarihî bir görüşme yaptı;
burada ayrıca, Kardinal Arenzi ve Kardinaller Meclisi'ne nezaket ziyaretinde
bulundu. Bu ziyaret, medyada uzun bir süre haber ve yorumlara konu olarak
sürekli gündeme taşındı.
19.02.1998 günü Dünya Kiliseler Birliği yöneticileri ve aynı tarihlerde,
Anti-Defamation Leagu eski başkanı Leon Levy, birkaç arkadaşıyla birlikte
kendisini İstanbul'da ziyaret edip övgüler yağdırdı.
25 Şubat 1998 günü Kudüs Sefared Hahambaşısı Eliyahu Bakhsı Doron'la, İstanbul
Taksim'de Gazeteciler ve Yazarlar Birliği merkez binasında, 9 Mart 1998
tarihinde ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin organize ettiği
Kültürlerarası Diyalog toplantısına katılan bilim adamları ve ruhanilerle bir
araya gelip kucaklaştı.
Fethullah Gülen'le pek çok yerli ve yabancı gazeteci ve TV muhabiri
röportajlarda bulundu:
Sabah Gazetesi'nden Nuriye Akman'ın röportajı, 23-30 Ocak 1995 tarihlerinde
Sabah'ta,
Hürriyet Gazetesi'nden Ertuğrul Özkök'ün röportajı, 23-30 Ocak 1995
tarihlerinde Hürriyet'te,
Zaman Gazetesi'nden Eyüp Can'ın röportajı, Ağustos 1995 tarihinde Zaman'da,
Cumhuriyet Gazetesi'nden Oral Çalışlar'ın röportajı, 20-26 Ağustos 1995'te
Cumhuriyet'te,
Sabah Gazetesi'nden Hulusi Turgut'un röportajı, 23-31 Ocak 1997 tarihinde
Sabah'ta yayınlandı.
Nevval Sevindi ve Eyüp Can, yapmış oldukları röportajları kitaplaştırmışlardır.
Sevindi'nin kitabı Sabah Gazetesi yayınlarınca, Can'ın kitabı ise Milliyet
Gazetesi Yayınlarınca kitap haline getirilmiş ve her iki kitap da 100.000
civarında satmıştır. Nevval Sevindi, röportajını 2002 yılında tekrar
yayınlamıştır.
Bunlardan ayrı olarak, Amerika'da öğretim üyesi olarak bulunan Hakan Yavuz'un
Fethullah Gülen ile yaptığı röportaj Milliyet Gazetesi'nin Entelektüel bakış
köşesinde 3 gün süreyle yayınlandı.
Ayrıca yine Milliyet Gazetesi'nden Yasemin Çongar'ın ABD'de gerçekleştirdiği
röportaj 1997 Ağustos ayı içinde Milliyet'te;
Aynı gazeteden Özcan Ünlü'nün röportajı da yine aynı gazetede Mart 1998 içinde
geniş olarak yayınlandı.
03.07.1995 akşamı Reha Muhtar ile devletin resmi kanalı TRT 1'de,
29.03.1997 akşamı Samanyolu TV'de Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve Osman Özsoy ile,
15.04.1997 akşamı, Kanal D Televizyonunda Yalçın Doğan ile,
27.02.1998 tarihinde NTV'de Cengiz Çandar ve Taha Akyol ile canlı röportaj
yaparken, SHOW TV adına 32. gün ekibinden Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar,
1998 başlarında gerçekleştirdikleri röportajları birer hafta aralıkla iki
program halinde yayınladılar ve ayrıca CD halinde piyasaya arz ettiler.
Pek çok yabancı gazeteci ve televizyon ekibi de Fethullah Gülen'le röportajlar
yapıp, bunları kendi gazete ve televizyonlarında geniş olarak yayınladılar.
Wall Street Journal gazetesi bölge muhabirinin yaptığı röportaj, bu gazetenin
Avrupa baskısında tam sayfa yer aldı. Ayrıca, Avusturyalı gazeteci, Vatikan
radyosunda programcı Heinz Gstrein, Yunanistan'da yayınlanan Eleftlıeropitia
gazetesinden Simeon Soltaridis, Arnavutluk'ta yayınlanan Rilindja Demokratika
gazetesinden Edi Polko ve Albania gazetesinden Enver Bytci, Rilindjia Kosova
gazetesinden Mehmed Giata ve bunlardan ayrı olarak, Bulgaristan, Ukrayna,
Azerbaycan, Özbekistan, Gürcistan, Rusya, Kazakistan'dan resmî ve özel
televizyon kanalları ve gazetelerinden bazıları da röportajlar yapıp, bunları
yayınladılar. Ayrıca, Time adına bölge muhabiri James Wilde ve Le Monde adına
Nicole Pope, Fethullah Gülen'le görüştüler.
Fetullah Gülen ve Mason siyasiler
Fetullah Gülen hakkında toplumun hemen her kesiminin görüş ve düşünceleri
medyaya yansıdı,
Siyasetçilerden, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel başta olmak üzere,
başbakanlık yapmış bulunan DYP genel başkanı sayın Tansu Çiller, yine önceki
başbakanlardan ve ANAP genel başkanı sayın Mesut Yılmaz, Türk siyasetinin en
meşhur ve tecrübeli isimlerinden Demokratik Sol Parti genel başkanı başbakan
olan sayın Bülent Ecevit, CHP genel başkanı sayın Deniz Baykal ve daha önceki
genel başkanı sayın Hikmet Çetin, Demokratik Türkiye Partisi eski genel başkanı
sayın Hüsamettin Cindoruk, Milliyetçi Hareket Partisi kurucusu ve ilk genel
başkanı Alparslan Türkeş, şu andaki başkanı sayın Devlet Bahçeli, daima Gülen
hakkında iyi düşüncelerini her fırsatta dile getirdiler.
Ancak Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan'la, yıldızının hiç
barışmadığını ve Ondan asla hoşlanmadığını, bizzat kendileri dile getirdiler.
Eski MİT başkanı Fuat Doğu, Orhan Ateş ve Amerikan hayranı ve İsrail bağlantılı
bazı general- albay ve daha başka rütbelerde subaylar, ya Fetullah Gülen ile
hususî dostluk kurdular, ya Gülen hakkında olumlu düşüncelerini dile getirdiler
veya kendisiyle mektup veya tebrik teatisinde bulundular.
İşadamlarından
Aydın Bolak, Cengiz Kaptanoğlu, Şadan Kalkavan, İhsan Kalkavan,
Atasay Kamer, Cihan Kamer, Engin Elginkan, Sema Cıngıllıoğlu, Sakıp Sabancı,
Aydın Doğan, Üzeyir Garih, İshak Alaton, Rahmi Koç, Fuat Miras ve daha pek çok
isim;
Spor dünyasından, Fenerbahçe kulübü eski başkanı ve iş adamı Ali Şen,
Galatatasaray kulübünün eski ve yeni futbol şubesi sorumluları, işadamı Adnan
Polat ve Ergun Gürsoy, Galatasaray ve Beşiktaş gibi kulüplerden pek çok
futbolcu, basketbolcu...
Medyadan çok sayıda isim:
Taha Akyol, Yalçın Doğan, Derya Sazak, Şeref Oğuz, Doç. Dr. Şahin Alpay,
Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, merhum Yavuz Gökmen, Hadi Uluengin,
Cengiz Çandar, Zeynep Göğüs, Güngör Mengi, Yavuz Donat, Nuriye Akman, Zülfü
Livaneli, Mehmet Barlas, merhum Mehmet Ali Birand, Nevval
Sevindi, Mehmet Altan, Ali Acar, Avni Özgürel, Nazlı Ilıcak,
Mehmet Ali Ilıcak, Memduh Bayraktaroğlu, Meriç Köyatası, Ahmet Tezcan, merhum
Cenk Koray, İzzet Sedes, merhum Prof. Dr. Ayhan Songar, merhum Ahmet Kabaklı,
Ayhan Katırcıkara, Mehmet Ocaktan, Ali Bulaç, Süleyman
Yağız, Ömer Çavuşoğlu, Vehbi Dinçcan ve daha pek çok gazeteci ve televizyon
programcısı, Fethullah Gülen hakkında daima olumlu düşüncelerini dile
getirdiler.
Fethullah Gülen, 1999 yılı Ocak ayı içinde ABD Mayo Clinic'ten 22 Mart 1999
günü için alınan randevu gereği, 21 Mart 1999 tarihinde Türkiye'den ayrıldı ve
22 Mart 26 Mart günleri bu klinikte muayene olup, check-up yaptırdı. Gülen,
doktorlarının öyle uygun gördüğü bahanesiyle, o tarihten bu yana yaşamını
ABD'de sürdürmektedir.
Siyonist Yahudi Lobilerinden Papa Hazretlerine... Masonik mahfillerden dış
güdümlü siyasilere... Münafık merkezlerden kirli örgütlere... Haçlı zihniyetli
emperyalist güçlerden, uluslararası karanlık şebekelere; ilkokulu dışarıdan
bitirmiş birkaç sene Arapça tahsil etmiş; ama gizli ellerce sürekli yükseltilip
reklâm edilmiş bu kişiyle ilişki ve işbirliği içinde olmaları, aslında Onun
gerçek mahiyeti ve marifetini göstermeye kâfidir.
Dünden bugüne Fetullah Gülen ve örgütünün daha net
anlaşılabilmesi için son birkaç yılda cemaatin erk psikozu iyi tahlil edilmelidir. Geride bıraktığımız
son bir kaç yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti tarihine damgasını vuran derin
yapılanmaların deşifre edilmesi ve yargılanmasında Cia destekli Cemaatin rolü her ne kadar büyük olsa da asıl amacın
askeri vesayetten boşalan yere sivil vesayet türü olarak kendilerini montelemek
istemesi ve böylece milli iradenin değil neoconların iradesinin tecelli ettiği zayıf
yönetilebilir parçalanabilecek bir Türkiye modelidir. Açılım politikaları
cemaat medyası tarafından her fırsatta sabote edilmeye devam etmektedir.
Mavi Marmara, 7 Şubat, Gezi Olayları ve son olarak 17
Aralıkla başlatılan yolsuzluk kılıfına gizlenmiş siyasete suikast girişimleri
The Cemaatin gerçek yüzünü gözler önüne sermiştir.
11 yıllık AK Parti iktidarının icraatlerinden rahatsızlık
duyan birtakım lobi çevreleri ve içerideki uzantıları çıkarlarıyla uyuşmayan
Türkiye Dış politikası üzerinden Sayın Başbakanı terör örgütleriyle
ilişkilendirmek suretiyle cezalandırmak istemektedirler.
Yerel seçim öncesi bu operasyonlarla milli iradeyi temsilen hükümete olan halk
desteğinin kırılması düşünülmekte ve böylece dışarıdan yapılacak bir operasyonda
halkın tepkisinin minimize edilmesi amaçlanmaktadır. Operasyonların stratejik
Siyasi ortağı olarak geçtiğimiz günlerde sürpriz bir şekilde ABD’ye giden
Kılıçdaroğlu seçilmiş operasyonların başladığı gün ABD’nin Ankara
büyükelçisince çağrılarak talimatlar verilmiş ve sürecin sonraki ayağında
Sarıgül’e koltuğu devretmesinin söylenmiş olması muhtemeldir.