YAZAR KAFE
16 Haziran 2014 Pazartesi
OkurYazar: Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ
OkurYazar: Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ: I. Çağdaş uygarlık Düzeyi YUNAN MUCİZESİ Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gö...
13 Haziran 2014 Cuma
Umrandan Uygarlığa (ÖZET) Cemil MERİÇ
I. Çağdaş uygarlık Düzeyi
YUNAN MUCİZESİ
Bütün
Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız;
Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!1
Avrupa,
maddeciliğine rağmen Hıristiyan’dır; sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan.
Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan
korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin
zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet Aşağıdan alır, hulûs
çakar, yaltaklanır ve nihayet alt eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak
odalarında kazanılan bir zafer.
Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye
hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın
putlarını takdis eder, hayranlıklarım benimser. Dev, papağanlaşır.
Muhtevası, çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara
değişen kaypak ve karanlık kelime: "civilisation". Bati irfanının iki
yüz yıldır sabit bir tarife hapsedemediği bu ele avuca sığmaz mefhumun hayat
hikayesine kısaca göz atalım. ([1])
Avrupa dillerinde zarafeti, çelebiliği kısaca medeniliği.
ifade eden kelime "police" idi. "Police" XVII. asırdan
itibaren bugünkü manada kullanılmağa başlanır: Zaptiye. Ve yerini yeni bir
kelimeye bırakır: "Civilisation". Aydınlıklar cağının ümitlerini dile
getiren, terakki inancını bayraklaştıran ilk kelime bu. İnsanlık düşe kalka
ilerleyen bir kervandır. Avrupa: kılavuz. "Civilisation" dünyaya
yayıldıkça savaşlar sona erecek, sefaletle kölelik ortadan kalkacaktır.
Avrupa "civilisation"un bir inhisar metaı
olmadığını müsteşriklerden öğrenir. Her insan topluluğunun kendine göre bir
medeniyeti vardır, az veya çok zengin, az veya çok eski bir medeniyet.
Milletlerin üstünlük iddiası zavallı bir vehim, bir kendini beğenmişlik.
Ama Batı intelijansiyası imtiyazlarıyla sarhoş, şımarık
bir çocuktur. ilmin ifşalarına ancak işine geldiği zaman ve işine geldiği
ölçüde itibar eder. Evet... birçok medeniyetler vardır dünyada, medeniyet daha
doğrusu medeniyet müsveddeleri. Gerçek medeniyet Hıristiyan medeniyetidir,
kapitalizmdir, sosyalizmdir. ([2]2)
Almanlar "civilisation" mefhumunu
"kultur"la karşılar. Kelimeyi Amerikanca'ya sokan Tylor'a (l871) göre
kültür veya medeniyet: "ilimleri, inançları, sanatları, ahlakı, kanunları,
adetleri ve insanin toplum hayatında kazandığı diğer kabiliyet ve
alışkanlıkları kucaklayan girift bir bütün"dür. Amerikan
"culture"u Almanca "kultur"a cihanşümullük sağlar; Avrupa’nın bütün dilleri
benimser kelimeyi. Yalnız Fransızca 1930'lara kadar bu nevzuhur kültüre itibar etmez, kendi
"culture" ve "civilisation"una sadık kalır. Yeni kelimenin
Alman veya Amerikan içtimai ilimlerine büyük bir vuzuh getirdiği de iddia
edilemez. Bir bakarsınız kültürle medeniyet ayni mefhumun iki ayrı ifadesi; bir
bakarsınız aralarında dağlar kadar fark var. Kimine göre kültür, insanin
olgunlaşmak için harcadığı çaba; medeniyet, dünyayı değiştirmek için giriştiği
hareketler; biri amaç, öteki araç. Kimine göre iki mefhum arasında yalnız bir hacim farkı var. Kimi, "Ne münasebet, diye sesini
yükseltir. Almanca 'kultur'u İngilizce veya Fransızca’ya 'maddi medeniyet' diye
çevirmeliyiz". Babil Kulesi. ([3])
Bizim için kültür, yakın zamanlara kadar
"hars"tı. ([4]4) Antropologlarımız Amerikan irfanını yurdumuza cömertçe
taşıyalı beri kültürden ne anlayacağımızı şaşırdık. İrfan değil bu kültür,
maarif değil, galiba medeniyet de değil. Peki, ne? Ama... önce civilisation'u
tanıyalım.
Civilisation, lügat hazinemize Reşit Paşa’nın armağanı,
Batı'nın birçok mefhum ve müesseseleri gibi. Paşa, Paris'ten yolladığı resmi
yazılarda (1834) Türkçe karşılığını bulamadığı bu kelimeyi "terbiye-i nas
ve icray-i nizamat" olarak tarif eder. Civilisation -az sonra-
Osmanlıca’ya "kalke" edilir: medeniyet. Namık Kemal'in coşkun
belagatı nevzuhur kelimeyi efkar-i umumiyeye şöyle takdim eder: "Medeniyet
asayişte kemaldir (asayiş: rahat, huzur, refah)", "hayat-i beserin
kafili"dir. Demek ki "Medeniyet aleyhine daha fazla kıyam etmek,
ecel-i kazaya katillerden, haydutlardan ziyade muin olmaktır".
"Medeniyeti zaid görenler, insani tanımayanlardır". "Tabiat-i
beser hüsn-ü intizama maildir". Üstelik medeniyet, hürriyet ve istiklalin
de kalesi: "Medeni olmayan milletler akvam-i mütemeddinenin esiri olmağa
mahkumdurlar." Ananeperestlik nice kavimleri esarete sürüklemiş.
"Medeniyetsiz yasamak ecelsiz ölmek gibi bir şey". "Bazıları
medeniyeti 'fuhşiyat' olarak tanıtıyorlar, yanlış. Fuhşiyat (medeniyetin)
avariz-i zatiyesinden değil, nekais-i icraatındandır. Doğru.. Avrupa
medeniyetinin nice kötülükleri, eksiklikleri var ama iktisab-i medeniyete
çalışan akvam için, tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lazım
gelsin"? "Birtakım hakayik-i ilmiye vardır ki, dünyanın hiçbir
tarafında değişmez. Hiçbir yerde sü-i tesiri görülmez... Terviç-i medeniyeti
arzu edersek, bu kabilden olan hakayık-ı nafiayı nerede bulursak iktibas
ederiz". "Kendi ahlakimizin icraatı, kendi aklımızın tasvibatı,
asar-i medeniyetin füruatatına ma'ziyade kafidir". Ülkemiz tarihte kaç
kere büyük medeniyetlerin "merkez-i intişarı" olmuş, "Şeriat-i
Muhammediyenin münci kaideleri... ve halkımızın fevkalade kabiliyeti elde
iken", neden dünyayı hayran bırakacak medeniyetler kuramayalım? ([5])
Medeniyeti millileştirmek isteyen bir anlayış. Tekamül,
mukaddeslerimizden feragatle olmaz. Bati'nin abeslerini değil, insanlığın
keşiflerini iktibas edeceğiz. Maziyi muhafaza, fakat ayıklayarak. Yeniyi kabul,
ama seçerek. Daha sonra Ziya Gökalp'te şahidi olacağımız medeniyet ve hars
tefrikinin ilk taslağı.
Medeniyet kelimesi bu parlak müdafaaya rağmen halk
tarafından benimsenmez. Avrupa'dan gelen her mefhum gibi şüpheyle karşılanır.
Maşeri vicdanı dile getiren sairler için "garaz-i nefsani"dir
medeniyet (Yenişehirli Avni); "Tek dişi kalmış canavar"dır (Mehmed
Akif). Kısaca kelimenin halk şuurunda yarattığı tedailer zengin, şımarık ve
düşman bir Avrupa, sefahat, fuhşiyat.
Tanzimat aydınlarına dönelim... Yeni tanıdıkları bir
dünyanın şaşaasiyle gözleri kamaşan hayalperest nesiller için, medeniyet bir
teslimiyet veya temessüldür. Mefhumu ilmi çerçevesine oturtan tek yazar: Cevdet
Paşa. Medeniyet, toplulukların hayatında ileri bir merhaledir, Paşa’ya göre.
Önce devlet kurulur, insanlar düşman korkusundan azad olurlar. Sonra
"ihtiyacat-i beşeriyelerini tahsile", "kemalatı insaniyelerini
tekmile" koyulur, yani medenileşirler. Demek ki, medeniyetin iki unsuru
var: beşeri ihtiyaçların (bunlara maddi ihtiyaçlar da diyebiliriz) giderilmesi
ve ahlak ve zeka bakımından olgunlaşma. İnsanlar bedeviyetden haderiyet ve
medeniyete geçerler. Medeniyet ne bir ülkenin imtiyazıdır, ne bir kavmin.
Paşa’ya göre, büyük medeniyetler "ulüm ve sanayi'leri, maarifleri ve bunca
tecemmülat ve tekenüfat ve letaifleriyle beraber kitaat-ı arzda" yer
değiştirirler.
Medeniyeti, geline benzetiyor Paşa, diyar diyar dolasan
bir geline. "İlm-i tarihin haber verdiği asırlardan mukaddem
Hindistan'da... mahrem-i halvetsaray-i havas" oluyor "arus-u
medeniyet". Oradan Babil'e ve Mısır’a geçiyor. Yine "Setre pus-u izz
ü naz, ve... bir sınıf-ı mümtaza hemraz'`dır. Sonra Yunanistan'a uğruyor
nazenin. "Kesf-i nikab ve selb-i icab ü hicab ile açılıp saçılarak"
herkese gösteriyor kendini, çarsıda-pazarda dolaşıyor. Yunanistan yıkıldıktan
sonra İskenderiye’ye otağ kuruyor. Ama "eskiden alüfte olduğu Kibt
kavmine" yüz vermiyor bu defa. "Tedarik etmiş olduğu nev-asinayan-ı
Yunan ile bir müddet, diyar-i Mısır’da tertib-i bezm-i kermakerem-i ülfet
ettikten sonra", "hıtt-ı Irak"da boy gösteriyor. Ve bir müddet
"elbise-i hadray-i İslamiye ile aktar-i Şarkiyede dolaşarak Mısır' ve Garb
yoluyla yine Avrupa kıt'asına çekilip orada payend-i istikrar ve dest-küsa-yi
intişar olmuştur". "Bundan sonra hangi tarafa gideceği ve ne renklere
gireceği ve nasıl cameler giyeceği" Allah'a malum.([6])
Paşa’nın medeniyet anlayışındaki üstünlük nereden
geliyordu? Çağdaşları birer aksisedaydılar. Avrupa irfanının aksisedası. Sığ ve
köksüz bir İrfan. Paşa’nın sesi kendi sesimizdi: Şark’ın sesi. Tarihin
esrarını, tarihçilerin en büyüğünden, tarihe "beşeri ilimlerin ilmi"
haysiyeti kazandıran ibn Haldun'dan öğrenmişti Paşa. Bizce tek hatası oldu:
ümran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi medeniyet gibi müphem ve mazisiz bir lafza
feda etmek.
Tarih denilen muammanın iki anahtarı vardı ibn Haldun'a
göre: Ümran ve asabiyet. Ümran, bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının
bütünü, içtimai ve dini düzen, adetler ve inançlar. Ümran, tarihi ve insani
bütün olarak ifade eden bir kelime. Avrupa’nın hiçbir zaman ve hiçbir
kelimesiyle kucaklıyamadığı bir bütün. Tarihi inkişafın muharrik kuvveti:
asabiyet, yani içtimai tesanüt. Ümran, iki şekilde tezahür eder: badiye hayati,
şehir hayati. Bedevilik ümranın ilk merhalesi, kendi kendini aşacak olan bir
merhale. Haderiyetin de çeşitli merhaleleri var.
Ümran’ı "içtimai hayat"la karşılayabiliriz, en
geniş manada içtimai hayat. İbn Haldun için temeddün'le ümran farklı. Temeddün:
şehir medeniyeti. Ümran, hem bedeviliği hem haderiliği kucaklar: kültür ve
medeniyet.
Kaynaklarından kopan bir intelijansiyanın kaderi, bir
mefhum hercümerci içinde boğulmak. Ümrandan habersizdik, medeniyete de
ısınamadık. İnsanlığın tekamül vetiresini ifade için kendimize layık bir kelime
bulduk: uygarlık. Mazisiz, musikisiz bir hilkat garibesi.
[1] Civilisation,1756'da Fransa'da doğmuş. XVIII. asrın
hiçbir büyük sözlüğünde yok. Ansiklopediye de alınmamış. Akademinin lügati 3.
baskısında (1798) kelimeyi şöyle tanımlar: Medenileştirme eylemi, yahut medeni
olanın durumu. Daha sonraki sözlükler de ayni tarifi tekrar ederler. Bir
kıtanın veya içtimai bir sınıfın azgın iştihalarını ifşa eden bir anlayış. Kim
medenileştirecek? İlk defa olarak 1890'da bugünküne oldukça yakın bir tarifle
karsılaşırız; civilisation: insanlığın ahlakça, fikirce ve içtimai hayatça
ilerlemesi. Hatzfeld, Darmesteter ve Thomas, Dictionnaire General de la Langue
Française, (Fransız dili Genel Sözlüğü), 2 cilt, Delagrave, Paris 1889.
[2] Avrupa’nın bu aptalca narsisizmini aşağı yukarı bütün
tarihlerinde görmek kabil. Rastgele bir örnek: "Çöküş devrinin en vahim
günlerini hatırlatan bu buhranlı merhalede, Türkiye canlanmağa gayret etmiş, o
zamana kadar boyuna aleyhinde cephe aldığı bir medeniyetle temas kurmak
istemiş, ona kapılarını açmış. Avrupa camiasının alakasını ve manevi yardımını
kazanmağa çalışmış ve böylece Hıristiyanlığın barbarlığa karsı ittifakını
geciktirmiştir" (Engelhardt, a.g.e.).
[3] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cemil Meriç,
Kültürden İrfana, İnsan yayınları, 1986, s. 9-48.
[4] İştikak merakinin dilimize musallat ettiği bu bedbaht
kelime, Türk intelijansiyası tarafından hiçbir zaman beğenilmemişti. Fransızca
kültürün Türkçe karşılığı maarif veya irfandı. Maarif-i Garbiye Bati kültürü
demekti, sonra maarif, vazifesi irfan dağıtmak olan bir müesseseye alem oldu.
Raif Necdet'i dinleyelim: "Bana hars'in aheng-i telaffuzu pek abus, pek
soğuk ve kaba geliyor. Bu kelimede mana cihetiyle de fazla bir ciyadet ve
teravet göremiyorum. Kültür mukabili olarak irfan kelimesini hem latif, hem mana
itibariyle daha nefis ve munis, daha kuvvetli ve şetaretli buluyorum"
(Hayat-i Edebiye, s. 324).
[5] Namık Kemalin medeniyetle ilgili görüşleri- için bkz.
Cemil Meriç, Mağaradakiler: "Eski bir put: Terakki", Ötüken
yayınları, 2. baskı. 1980. s. 214 v.d.
[6] Cevdet
Paşa’nın medeniyetle ilgili görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Ümit
Meriç Yazan, Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüsü, İnsan yayınları, 1992, 2.
baskı, s. 57 v.d.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)