YAZAR KAFE

21 Ağustos 2015 Cuma

M. FOUCAULT VE BİR BAŞKA KİMLİK FORMU OLARAK SÖYLEM


Söylem teriminin kökeni Latincedir. ‘’discurrere’’ veya ‘’discursus’’ sözcüklerinden gelmektedir. Söylem (discourse) kelimesinin İngilizce’de karşılığına bakıldığında çok farklı anlamlara sahip olduğu görülür; insanların birbirleriyle karşılıklı konuşması, bilgi alış verişinde bulunması, yazışması sohbet etmesi bunlardan bazılarıdır. Kavramın nutuk, hutbe, söylev gibi karşılıkları da bulunmaktadır. Aynı zamanda kavram bir konunun uzun ve belirli kurallara bağlı olarak işlenişini de içerebilmektedir.
Söylem bir meta-eylemdir ve ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere,
güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir.1
Söylem, farklı yaklaşımlara dayanarak farklı açıklanmalar getirilmesi mümkün olan
bir kavramdır. Bazı araştırmacılara göre söylem, bütün konuşma ve yazma eylemleri
olarak değerlendirilirken, bazı aştırmacılara göre ise sadece konuşma ağı türevlerinden oluşan uygulamalar olarak değerlendirilir Foucault ise, söylemi daha genel, tarihi ve gelişmekte olan dil uygulamaları olarak görür.2 Foucault’a göre her birey farklıdır bu ve bu farklılık bireylerin söylemlerinin de faklı olmasına kaynaklık eder. Farklı tarihsel zaman dilimlerinde insanlık, birbirlerinden farklı kendilik maskeleri kullanmışlardır. Ve dolayısıyla her bireyin söylemi, hem tarihsel açıdan, hem de içinde bulunulan zaman açısından birbirinden farklıdır.3

Söylem belirli kurallar, terminoloji ve konuşmalardan oluşan sistematik dilsel düzenleri
betimlemek üzerine kullanılan bir kavram olarak kategorize edilir. Söylem bir iletinin tüm boyutlarını, sadece iletinin içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor), otoritesini (neye dayanarak), dinleyiciyi (kime söylüyor?) ve amacını (söyleyenler söyledikleri ile neyi başarmak istiyor) kapsar. Söylem belirli bir zaman dilimi içinde belli insan grupları arasında olan ve diğer insan grupları ile ilişkili olarak geliştirilen fikirleri, ifadeleri ve bilgileri içerir. İktidarın uygulanması böyle bir bilginin kullanımına içkindir.4



1Cevizci, 2000, Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Paradigma Yayınları s76 
2Potter & Wetherell, Discourse and Social Psychology 1987
3William Parker Discourse on Various Occasions2002
4Tonkiss, 2006 Analysis text and speech: content and discourse analysis. C. Seale, (2nd ed.). In. Researching Society and Culture. (367-383). Lodan:Sage


Foucault söylemi dil ve sosyal yapılar arasındaki ilişkiye atıfta bulunarak açıklar ve ona göre söylem; -sosyaldir, yani kelimler ve kelimelerin anlamları nerede, kim tarafından, kimin için kullanıldığına bağlı olarak açıklanır. Sonuç olarak kelimelerin anlamları sosyal ve kurumsal ortamlara göre değişir bu nedenle evrensel söylem diye bir şey yoktur, -birbiri ile çatışan farklı söylemler olabilir, -söylemler birbirleri ile çatışma halinde olabilecekleri gibi bir hiyerarşi içinde düzenlenmiş olarak da görülebilir.5

Michel Foucault’a göre “söylem”; tüm dünyayı ve insanları şekillendiren ve karşı sözler söylendiğinde dahi dışına çıkılamayan, ancak sınırları belirlenebilecek ve temeli sarsılabilecek olan, düşünceler, inanışlar, yargılar, değerler, semboller, kelimeler, harfler, kurumlar, normlar ve geleneklerden oluşan ve içerisinde birçok güç ilişkilerini bulunduran devasa ve yaşayan bir organizmadır. Foucault’ya göre söylem öylesine güçlü ve karmaşık bir yapıdır ki; söylemin karşısında olduğunu iddia eden düşünceler dahi söyleme göre şekillenir ve söylem içerisinde kendi yerlerini, değerlerini bulurlar. Foucault’nun düşüncesinde söylemin açıklarını yakalamak için “genealogy” yani “soybilim” tekniğine başvurulmalı ve tüm düşünce ve normların yapısökümü yapılarak merkezinde yatan güç ilişkilerine ulaşılmalıdır. Bunun en kolay yolu da “marjinal”, “öteki”, “farklı” olarak nitelendirilmiş grup ve düşünceleri mercek altına yatırmaktır. Çünkü sistem bu noktalarda hata vermekte ve açıklarını ortaya koymaktadır.6


Foucault’nun “inhibiting effect of totalitarian discourse (totaliter söylemin dizginleyici etkisi)” adını verdiği şey, bilimsel ya da ilahi olduğu iddiasıyla kendi söylemlerini yaratan tüm ideolojiler, düşünce sistemleri, inanışlar ve normların yarattığı kısıtlayıcı etkilerdir. Bundan kaçabilmek için Foucault’ya göre “neden” sorusundan çok “nasıl” sorusuna cevap aranmalı, gücü uygulayan merkezden çok, güce maruz kalan özneye odaklanılmalı, çevresel mikro bilgiden merkeze doğru ilerlenmeli ve söylemin gücü her alanda aranmalı, onun çeşitli tuzaklarına kanılmamalıdır. Bir diğer önemli nokta ise, söylemden kaçarken yeni bir söylem oluşturmamaya gayret etmektir. Bu nedenle Foucault, “Ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim” demiştir. Ancak geldiği noktada, Foucault’nun modernizmi ve her türlü ideolojiyi reddeden yeni nihilist bir söyleme ulaştığını iddia etmek de mümkündür.7

Foucault’nun düşüncesinde, söyleme karşı tavır alanlar toplumdan dışlanmakta ve deli, suçlu, farklı, öteki, zanlı, ahlaksız, sapık, hasta şeklinde damgalanarak, toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmaktadır. Bu nedenle Foucault “Kliniğin Doğuşu” ve “Deliliğin Tarihi” isimli eserlerinde Thomas Kuhn’un düşüncelerinden etkilenerek insanlık tarihinde değişik zamanlarda fikirleri nedeniyle hangi insanların (mesela Sokrates ve Galileo) deli olarak adlandırıldığını, değişik zamanlarda hangilerinin “normal”, hangilerinin ’’anormal” olarak değerlendirildiğini inceler.





 5Potter, 1996, Representing Reality: Discourse, Rhetoric and Social Construction s96 
6Paul Rainbow - The Foucault Reader 101-120
7M. Foucault – Deliliğin Tarihi s44



Foucault’ya göre egemen söylemle mücadele etmek imkânsızdır çünkü bizim söyleme olan karşıtlığımız dahi söyleme göre belirlenmektedir. Söylem; karşıt görüşleri de içine katarak, sisteme entegre ederek büyür. Bu büyük, her alanda var olan söylemin arkasında hangi güç olduğu belirsizdir. Foucault’ya göre söylemi bir devrim yaparak yıkmak da çözüm getirmeyecektir. Zira yeni oluşan sistemde de güç ilişkileri devam edecek ve insanlar hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamayacaklardır. Ona göre sistemi yıkmak yerine, kökünden sarsacak aktiviteler yapmak ve sınırlarını belirlemeye çalışmak daha akılcı bir çözümdür. Doktor-hasta arasındaki ilişkiyi dahi hiyerarşik güç ilişkileri perspektifinden açıklayan Foucault, doktorların kendi vücutlarımız hakkında ne yapmamız gerektiğini söylemelerini, geleceğimizle ilgili kritik kararlar vermelerini, vücutlarımıza istedikleri müdahaleyi yapabilmelerini bu güç ilişkisinin göstergeleri olarak ortaya koyar. Kadın-erkek ilişkileri, cinsellik dahi güç ilişkilerinin bir türevidir ve egemen söylem doğrultusunda işlemektedir.8

Söylem, toplumların dinde, sanatta, siyasete ve hatta bilimde egemen olan değer yargıları, düşünceleri, pratikleri ve bunları içinde toplayan sistemdir. Bu sistem kendini korumak, geliştirmek, yeniden üretmek için bir takım yollar, yöntemler geliştirir. Söylemin üretimi her toplumda görevleri onun gücünü ve tehlikelerini önlemek, bellisiz olagelişini dizginlemek, ağır, korkulu maddiliğini savuşturmak olan birtakım yollarla, hem denetlenmiş, hem ayıklanmış, hem de örgütlenmiş ve yeniden paylaştırılmıştır.9

Foucault, geçmişte var olmuş ve var olmaya devam eden söylemin dışsal ve içsel bazı unsurlarla kendi varoluşunu yinelediğini ortaya koyarken bu unsurların dışsal olanlarını “yasaklanmış söz”, “deliliğin paylaşımı” ve “doğruluk istenci” olarak sıralar.10  “Yasak” dışlayıcı bir dışsal unsur olarak işlev görürken söylemin arzu ve erkle ilişkisini de ortaya koyar. Diğer bir deyişle söylem hem yasaklarla korunan tahkim edilen şey hem de yasaklarla karşılaşınca yeni bir duruma dönüşerek varlığını devam ettirmeye çalışan şeydir. Bu yüzden Foucault “Söylem, yalnızca kavgaları veya baskı sistemlerini açıklayan şey değil, ama onun için, onun vasıtasıyla mücadele edilen şey, ele geçirilmek istenen erktir.” der. Yani Foucault söylemin sadece iktidarın egemenliğini sürdürmek için kullandığı bir araç olmadığını, aynı zamanda iktidara karşı olan taraflarında egemenliği ele geçirmek için kullandıkları bir araç olduğunu ifade etmek istemiştir.

Örneğin İktidar ve Muhalefet bağlamında; herhangi bir iktidarın çıkardığı tedbir amaçlı yasak (yayın, gösteri, protesto) ve buna ilişkin söylem, muhalefet kanadında iktidarın eleştirilmesinin önüne geçtiği şeklinde sert bir tavırla karşı karşıya kalabilir. Ve Muhalefet karşı bir söylemde bu yasağı ağır bir dille eleştirecek ve kitleleri lehine manipule etmek isteyecektir. Ancak aynı muhalefet iktidara geldiğinde o yasağı kendi de makul ve kabul edilebilir bularak lehine kullanmak isteyebilir.


8M. Foucault - What is an Author
9Michel Foucault, Söylemin Düzeni, 1987 s23.
10Foucault, Söylemin Düzeni, s.32-40.  


Foucault, disiplin’i, “yorum” ve “yazar”la birlikte söylemin içsel denetim ve sınırlama usulleri arasında bulunan bir unsur olarak belirler. Öncelikle “disiplin bir nesneler alanı, bir yöntemler bütünü, doğru kabul edilen bir önermeler mecmuası, kurallar, tanımlar, teknikler ve araçlar işleyişi olarak tanımlanır. Bütün bunlar anlamı veya geçerliliği, bulucusu durumundaki kişiye bağlı olmaksızın, onlardan yaralanmak isteyen veya yararlanabilecek olan herkesin kullanımına açık bir çeşit ortak sistem oluşturur.”10
Disiplinin, söylemin bir denetim ilkesi olarak çalıştığını belirtirken Foucault, bu ilkenin, kuralların güncellenmesini sağlayarak söylemin sınırlarının korunmasına hizmet ettiğini belirtir. Bu bağlamda söylemlerin yaratılması için disiplinlerin gelişmesine de ihtiyaç vardır. Fakat disiplinlerin geliştirilmesi onların söylemlere hizmet etmesine aykırı düşmez. Bilakis, bu iki durum arasında bir uyum vardır: Disiplinlerin geliştirilmesi bir yandan birer baskı kaynağı olarak söylemlerin güncellenerek tazelenmesi ve korunmasını sağlarken, diğer taraftan söylemlere yenilikçi, olumlu, çoğaltıcı, zenginleştirici bir özellik katar.11



Disiplin ve Söylem arasındaki bu bağı kısaca açıklamak gerekirse; her yeni disiplinin yeni bir söylem doğuracağı ve söylemin sınırlarının genişleyeceği anlatılmak istenmiştir.
Örneğin Batıda öteden beri uygulanan Kapalı alanlarda sigara içme yasağı ülkemizde henüz birkaç yıl önce uygulanmaya başlamıştır. Toplumun bu yasağa oryantasyonu, Yasağı uygulayanın Söylemleri üzerinden empoze edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla yeni bir Söylem ve denetim mekanizması geliştirilmiştir.


Söylem teorisinden yola çıkarak Kimlik konusuna geçmeden evvel kimliğin kullanımına değinmekte fayda var.
Kavramın psikolojideki kullanımı daha çok bireyin özne olma durumuna vurguda bulunurken, sosyolojide toplum ve birey arasındaki ilişkilere dikkat çeken bir anlamda kullanılır.

Söylemin Kimlikle olan ilişkisinden hareketle; Söylemek sözcüğü bir anlamda insanın içten dışa açılmasını ifade eder. Mead’e göre düşünce iletişimin içselleşmesidir. Onun bu görüşünü ters-yüz edersek söylem; düşüncenin dışsallaşmasıdır diyebiliriz. Yani insan kendi varlığına giren ne varsa onları bir fabrika gibi işler ve yeni oluşumlar halinde dışsallaştırır. Duygular, düşünceler, hayaller, değerler, özlemler, nefretler vs. ne varsa söylemek istediklerimizin yansımalarıdır. Dil bu açınımın en önemli araçlarından ve yollarından biridir.

Söylem insana ait ne varsa bunlardaki farklılıkları içine alır, dillendirir, kendine dolar ve yeni farklılıklara yol açar. Aynı zamanda da dialektik bir süreç içine girerek farklılıkları törpüler. Söylem insanda cisimleşir. Her insan bir söylemde yer alır. Söyleme aidiyetin olduğu, söyleme işaret etmenin bulunduğu yerde kimlik vardır. 12

Hepimiz yaşamdan edindiğimiz tecrübe, bilgi ve sezgilerle birlikte kendimiz için küçük birer teori oluştururuz. İşte bu küçük bireysel teorilerimiz bizim kimliklerimizdir. Eğer kimliklerimizi bir fidana benzetirsek, söylem onun kök saldığı topraktır. Bireyi kuşatan çevre, onun kimliğindeki motiflerse, söylem de bu motiflere renklerini veren güneştir.12
Her söylem kendini farklı değerlerde, inançlarda, akıl yürütmelerde, farklı eylem stratejilerinde ve yaşam biçimlerinde farklı organizasyonlarda sunabilmektedir.
Örneğin ulusal söylemler kendilerini devlet organizasyonlarında cisimleştirirken, dini söylemler kutsalın sınır çizgilerinde ( Müslüman alemi, Hristiyan alemi gibi ) diğerlerine karşı var olmaktadır. İşte bu söylemler kişilerin ya da toplumsal grupların, cemaatlerin kimlikleri olarak onların dünyalarına bir yön ve şekil verir. Her söylem içine aldığı insanların zihnine aynı soyutluk ve derinlikte nüfuz edemez.Her ikisi de cahil bir müslüman ve Hristiyan karşı karşıya gelse kavgaya tutuşabilirler. Fakat iki dinden de ilahiyatçılar karşı karşıya gelse kuvvetle muhtemel derin felsefi bir tartışmaya gireceklerini söyleyebiliriz.


Buradan yola çıkarak ‘’tartışma’’ da bir nevi kimlik empozesi; kendini kabullendirme masküler olma çabası olarak okunabilir.




11Foucault, Söylemin Düzeni, s.40-41. 
12Dr.Cevdet ÖZDEMİR Kimlik ve Söylem Osmangazi Üni. Sosyal Bilimler Dergisi 2001 Sayı:2