Mısır’da aylar sonra yeniden bir halk
ayaklanması meydana gelirken ve kitleler iktidarı bir kez daha sarsarken,
Socialist Worker’dan Lee Sustar, Ahram Online muhabiri ve Mısırlı sosyalist
örgüt Devrimci Sosyalistler üyesi Mustafa Ömer ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
Ömer, bugünkü gösterilerin daha öncekilerden çeşitli yönlerden farklılıklar
gösterdiğini belirtiyor:
Mısır’daki bu son krizin tetikleyicisi neydi?Birincil
tetikleyici, geçtiğimiz Cumartesi günü, 19 Kasım’da, polisin 100’ü geçmeyen
sayıda insan tarafından Tahrir Meydanı’nın orta refüjünde yapılan oturma
eylemini dağıtma yoluna gitmesi olayıydı. Oturma eylemini yapanların çoğu,
Mübarek’in devrildiği 25 Ocak Devrimi’nde yaralananlardı.
Oturma eylemi,
bir gün önce İslamcıların hâkim olduğu ve Yüksek Konsey’in görevi Nisan 2012
sonu itibariyle sivil yönetime devretmesini talep eden büyük bir yürüyüşü
takiben gerçekleşti. O gün gayet iyi geçti. Ancak bir İslamcı lider, muhafazakâr
bir Selefi, oturma eylemi planını dile getirdi ve destekçileriyle birlikte
alanda kaldı; böylece gece boyu sadece 100 insan oradaydı. Ertesi sabah polis
geldi ve onlara vahşice saldırmaya başlayarak meydandan çıkardı.
Ancak
binlerce kişi, onu yeniden kazanmak için meydana gelerek bu baskıya yanıt verdi.
Ertesi gün Tahrir Meydanı’nda yeniden on binlerce insan vardı ve bu insanlar
polisi meydandan kovdular. Şu anki anlamdaki hesaplaşmayı başlatan şey
bu.
İkinci etmen, son üç hafta boyunca askeri iktidara ve sivillerin
askeri mahkemelerde yargılanmasına karşı aralıksız birtakım protesto
gösterilerinin gerçekleşmiş olması. Bu protestolar kitlesel değildi, her birinde
2 bin ila 5 bin kişi arasında vardı. Ancak her biri, daha büyük şeylerin
gerçekleşebileceğinin göstergesi şeklinde coşkuyu geri toparlıyordu.
Son
haftalarda, askeri cezaevlerindekilerin aileleri ve askeri mahkemelerle mücadele
eden eylemciler arasında büyüyen bir güven duygusu mevcut. Geçmişe dönüp
bakabilir ve meydana gitmeye yönelik hevesi görebilirsiniz –polisle çatışmaya ve
Tahrir Meydanı’nı geri kazanmaya.
Bunun altında yatan sebep, hükümetin ve
SCAF’ın (Silahlı Kuvvetler Yüksek Şurası; ç.n.), son dokuz ayda insanların
yaşamlarını iyileştirecek ekonomik veya sosyal bir reformu gerçekleştirme
konusunda berbat bir şekilde başarısız olması. Mart’ta sözünü verdikleri şekilde
asgari ücreti yükseltmeyi ve temel gıda maddeleri üzerinde bir kontrol sistemi
oluşturmayı başaramadılar.
Aslına bakarsak, son beş ay içinde SCAF’ın
sadece ciddi ekonomik tavizlerde bulunmayı reddedeceği anlaşılmadı, aynı zamanda
Mübarek’in baskı mekanizmasının tamamının yavaş yavaş hayata döndürüleceği de
anlaşıldı. Liderleri aylardan beri polisin güvenilirliğini yeniden sağlamaya
çalışıyor. Polisin başlıca baskıcı kesimi olan Merkezi Güvenlik Güçleri,
grevcilere, oturma eylemcilerini vb. serbest bırakmakta.
Dolayısıyla,
SCAF anlamlı reformlar gerçekleştirmek yerine, protestolar, gösteriler ve
grevler için sıkı önlem alacağına karar vermiş. Ayrıca Mübarek’in partisi
NDP’nin seçimlere girmesine müsaade etmeyeceklerine dair söz vermişken NDP
üyeleri sekiz yeni parti kurdu. Bir başka deyişle, SCAF, siyasi sahneyi NDP’yi
yeniden parlamentoya taşıyacak bütün eski NDP’li şahıslarla yeniden
yapılandırıyordu.
- Tüm bunlara halkın
tepkisi neydi?
Bugün sokakta olanların çoğu Şubat ayında
muhtemelen SCAF’ı destekledi ve halka arka çıkacağına, Mübarek rejimini söküp
atacağına inandı. Rejimin ekonomik politikalarına dair hayal kırıklıklarının
gerçekleşmesi ve bunu değiştirmek için baskının artması dokuz ay sürdü. SCAF’a
güvenen birçok genç insan ve birçok işçi, Şubat’tan bu yana bir bilinç
değişikliği sürecine girdi.
Halkın öfkesinin bir diğer sebebi, liberal
ve İslamcı partilerin, parlamento ve başkanlık seçimleri vasıtasıyla iktidarı
NDP ve SCAF ile paylaşma yollarını arıyor görünmeleri.
Böylece yüzeyin
altındaki bilinç değişiyordu, fakat insanlar karşı koymak için güvenden
yoksundu. Ama birden bire, insan dalgaları aylarca süren sessizlikten çıktı.
Moral çöküntüsü aniden yönünü tam aksi yöne çevirdi.
İslamcı partilerin hükümet ve SCAF konusundaki tutumu nedir? Bu seferberlik
haline nasıl tepki verdiler? İslamcı gruplar SCAF’ı desteklediler
ve etkin bir biçimde orduyu ve askeri konseyi eleştirmeyeceklerini söylediler.
Özellikle Müslüman Kardeşler, frenlemek üzere birçok toplumsal mücadeleye ve
dağıtmak üzere birçok greve müdahalede bulundu. Müslüman Kardeşler, yaz ve bahar
süresince iki doktor grevini kırmayı denedi. Askeri konseyin yüzde 100
arkasındalar.
Ama sonra askeri konsey, yeni anayasa yazım sürecini
kontrol altında tutacağını açıkladı; orduyla ilişkili kanunlarda veto yetkisi
var ve bütçesi gizli kalmaya devam edecek. Buna dair ordu ve İslamcılar arasında
çatlak yaratan tartışma, bütün bir ay boyunca sürdü.
İslamcılar kendi
adlarına, ordunun anayasaya İslami hukuk içtihadına, şeriat hukukuna imkân
tanıyan dini koşulları koymalarını engelleyeceğinden korktular. 19 Kasım Cuma
günkü protestonun gerekçesi buydu. Bu protesto, SCAF’a şeriatın anayasaya
girmesi için Müslüman Kardeşler’den gelen baskı girişimiydi.
İslamcılar
Cuma günü, SCAF’ın Nisan ayında iktidarı sivil yönetime devretmesini talep
ettiler. Salı günü Tahrir Meydanı’ndaki slogan “Halk, mareşallerden derhal
kurtulmak istiyor” idi. Ayrıca İslamcı hareketin liderlerine yönelik öfke de
var. Bunlardan biri, bir başkan adayı meydanda dövüldü. Bir diğeri, Müslüman
Kardeşler’in iki numaralı ismi Tahrir’den kovuldu.
Bu nedenle şu anda
yeni bir kitle hareketimiz var –ve hepsi 72 saat içinde gerçekleşti. Bu hareket
gerçekten de binlerce Müslüman Kardeşler destekçisi genç ile örgütün önderliği
arasındaki ipleri geriyor. Genç destekçilerin birçoğu, bu önderliğin emir ve
isteklerine karşı protestolara katıldı.
Meydanda liberaller,
bağımsızlar, solcular ve İslamcılar mevcut. Bu durum İslamcı blok içinde
bölünmeler yaratıyor. Bloğun daha yoksul ve işçi sınıfından üyeleri, polis
vahşetine karşı Tahrir Meydanı’nı savunmaya inmeleri gerektiğini hissediyor. 22
Kasım Salı günü sokaklarda bir milyon kadar insan ve ülkenin her yerinde on
binlerce başkası vardı; hepsi 48 saatten az bir duyuruyla oldu.
- Krizde ABD’nin rolü ne oldu?
ABD’li
yetkililer, Müslüman Kardeşler ile sürekli irtibat ve pazarlık halinde
olduklarını söylediler. Müslüman Kardeşler, eski NDP üyeleri ve bazı
liberallerden oluşan bir koalisyon hükümetine hazırlandıklarını ifade ettiler.
Görünüşe göre seçimler, Mübarek’in son parlamentosuyla neredeyse özdeş bir
parlamentoyu göreve getirmek için kurgulanmaktaydı. ABD ve SCAF, durumu
istikrarlı hale getirebilecekleri ve devrimci hareketin altından desteği çekme
konusunda kendilerinden emin görünüyordu.
Polisin Cumartesi günkü oturma
eylemini daha önceki birçoğu gibi aman vermemesinin sebebi bu. Birkaç kafa kır,
birkaç kemik kır, böyle olur –düşünce biçimi bu. Öfke selini ve mücadele
niyetini ummadılar.
İslamcılar, hükümeti SCAF’ın kabulü ile oluşturmaya
hazır gibi görünüyordu. Ancak şimdi bütün güç dengeleri değişti. Dokuz ay
boyunca karşılanmamış bir talepte kazanıma ulaşmak, hareketin 48 saatini aldı
–birçoğu bir haftadan az bir süre sonra gerçekleşecek seçimlerde aday olmasına
rağmen NDP üyelerinin beş yıl süresince parlamentoya dahil olmasının
yasaklanması.
Daha önemlisi, SCAF, askeri polis tarafından işlenen
suçları soruşturmayı durduracağını ve bunun yerine tüm suçlamaları sivil
savcılara sevk edeceğini belirtti. Bu, askeri polisin Kıpti Hıristiyanların bir
protestosu esnasında sivilleri katlettiği 9 Ekim’den bu yana temel
taleplerdendi.
- Göstericiler, baskıya
rağmen Tahrir Meydanı’nı nasıl işgal edebildi?22 Kasım Salı
gününden konuşursak, Tahrir Meydanı’ndaki barışçıl gösteride bir milyon insan
var. Ancak ara sokaklar 72 saat boyunca devamlı çatışmaya sahne oldu.
Eski Amerikan Üniversitesi yakınında Tahrir Meydanı’na çıkan bir sokak
Birinci Dünya Savaşı’ndan bir savaş meydanı gibi görünüyor. Binlerce polis,
İçişleri Bakanlığı binasını korumaya çalışıyor. Polisler, ABD’nin tükenmez
tedariki sayesinde, kalabalığa dört gün boyunca her beş dakikada bir düzenli
biçimde gaz bombası attı. Aynı zamanda plastik mermi de sıkıyorlar.
Ancak
bu alışıldık polis vahşeti değil. Cumartesi sabahı gerçekleşen ilk polis
saldırısının ardından Tahrir’de 30-40 bin insanın toplandığı Pazar günü saat
17.00’de tekrar geldiler. Ancak bu kez askeri polisle birlikte geldiler ve
katliam da o zaman başladı. İnsanlar plastik mermilerle ve gerçek mermilerle
öldürüldüler. Bu, keskin nişancıların ve Merkezi Güvenlik Güçleri’nin vurarak
öldürme politikasının sonucuydu –doktorlar, yaraların boğaz ve kafa çevresinde
yoğunlaştığını söylediler.
İnsanlar öldükten sonra polis, bedenlerini
kaldırımda sıraladı. Cesetlerden birini on metrelerce sürükleri ve büyük bir çöp
kutusuna attı. Bir başka noktada, cesetlerin kafalarına öldüklerinden emin olmak
için sopayla vuruyorlardı. İnsanlar bunun Mübarek günlerinden daha kötü olduğunu
söylüyor.
Ordunun davranış tarzı, kamuoyunun düşüncesini değiştirdi –bu
durum, Mübarek zamanındaki en kötü günlerin geride kaldığına inanan insanları
şoka uğrattı. SCAF’tan hoşlanmamış olabilirler, fakat en azından Mübarek kadar
kötü olmayacağını düşündüler. Şimdi insanlar, askeri konseydeki kişi sayısına
bir göndermeyle, “Tek bir Mübarek’imiz yok, 16 tane Mübarek’imiz var” diyor.
- Tahrir Meydanı’ndaki protestocuların
toplumsal kompozisyonu nedir?Ocak ve Şubat’taki ile çok benzer,
ancak daha az orta sınıf, daha çok işçi sınıfı var. Polisin elinde ölen
insanların çoğu gecekondu mahallelerinden gelen yoksul, genç işçi sınıfı
mensupları –yıllar süren yok saymanın ardından hiçbir umudu olmayan insanlar.
Ölenlerden biri, polise atmak için taş kıran kadına yardım ediyordu.
Kadına, “Ben eğitimsizim, geleceği yok. Polis beni günü birinde nasıl olsa
öldürecek. Ben burada öleceğim, sen git. Eğitimlisin ve harekete yardım
edeceksin” demiş.
Eğer bu hareketlenme devam ederse, Müslüman
Kardeşler’in destekçilerinden ve Selefilerden daha çok gencin buna katılmasını
bekleyebilirsiniz. Yaralılara müdahale eden doktorların çoğu, vicdanları ile
kendilerine geldiklerini söyleyen Müslüman Kardeşler destekçilerinden oluşuyor.
- Bazıları, mücadelenin bir sonraki
aşaması olarak genel grev ihtimalini ileri sürdü. Bu duruma yakın
mıyız?
Eylül ayında öğretmenler ulusal çapta grev, Kahire’deki
otobüs şoförleri neredeyse 20 günlük grev ve doktorlar iki büyük ulusal grev
gerçekleştirdiklerinde genel grev durumuna yaklaşmıştık. Eylül ayının herhangi
bir noktasında, ekonominin temel sektörlerindeki bir milyon işçinin en az dörtte
üçü grevdeydi. Soldaki birçok insan sonrasında genel grevin gerçekleşebileceğini
düşündü.
Bu grevler ne yenildi, ne de kazandı. Bu, birçok insan için
moral bozucuydu. İşçiler, SCAF’ın üstesinden gelmek için yeterince örgütlenmiş
değiller. Bugün grev yaparsanız, polis olmasa da ordu grevinizi kırmaya ya da
kontrol altına almaya gelir.
Bugün kitlesel bir grev yok, ancak
mütemadiyen birçok grev mevcut. Ve son 72 saatin insanlara SCAF ile kapışmak
için güven kazandırdığından şüphe yok. Bağımsız sendikaların sayısı yaz
başlarındaki 90 civarındaki sayıdan bugün 250’ye sıçradı. Ancak birçok sendika
varken ülkede işçilerin politik örgütü yok.
- Sırada ne var? Seçimler planlandığı gibi
yapılabilecek mi?
Son beş ay, grevlere ve Eylül ayındaki genel
greve yakın durumlara karşın devrimci momentte bir geri çekilme dönemi dolu.
Üstünlük SCAF’taydı ve kitlesel bir moral bozukluğu vardı. Fakat durum aniden
değişti.
Beş gün içinde bir seçim gerçekleştirebilirler mi? Kavga hâlâ
devam ediyor. Ancak Essam Şerif hükümetinin düşmesi şimdiden büyük bir zafer.
Şerif, Tahrir Meydanı’nın başbakanı olmaya söz vermişti, ancak üç-dört konum
hariç hepsini Mübarek’in NDP’sinden getirdi.
Bugünden tezi yok,
hareketin talebi, NDP’den isimlerin olmadığı bir birlik hükümeti. Pazarlıklar,
İslamcıların, liberallerin ve belki de soldan insanları içerecek yeni bir
hükümet için.
Bu yeni hükümet, yönetimi çok değişik koşullarda
devralacak. İnsanlar, “Mart’ta Şerif hükümetini getirdiğimizde onlara boş bir
çek verdik ve onlar da devrimi çaldılar” diyor. Bu kez onları sorumlu tutacağız.
Bu, sadece SCAF’a karşı bir gösteri değil. Tüm bunlar, çok daha yüksek
bir bilinç düzeyiyle gerçekleşiyor.
http://socialistworker.org/2011/11/23/egypts-revolution-returns
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.